Osmanlı Tarihi ve kültürel gelenekleri
Bazen Nerde “O” eski ramazanlar, nerede ‘O’ eski insanlar diyoruz. Öyle toplumsal olaylara şahit oluyoruz ki… Nerden nereye diyoruz. Eskiden komşumuzla kapıda karşılaşıp bir acı kahve içiyor dertleriyle dertleniyor, dertlerimizle dertlendiriyorduk. Şimdi kendi kardeşimize sıkıntımızı anlatamaz hale geldik. Üzerine para veriyoruz dertlerimizi dinlesinler ruhî boşluktan kurtulalım diye. Boşuna dememiş eskiler 1 fincan kahvenin kırk yıllık hatrı var diye…
Öyle bir medeniyetin miras kaldığı toplumlarız ki aslında. Türküyle, Kürdüyle,
Ermenisiyle, Rumuyla birbirinden farklı milletleri tek çatı altında toplamayı başarmış bir milletin kırıntılarıyız. Aslında birlikte yaşamayı bizden iyi bilen yoktu çok değil 1-2 asır önce. İşte o birlikteliğin emareleri;
Osmanlı ‘da Veresiye Defteri
Osmanlı’da Ramazan günlerinde zenginler, hiç tanımadıkları mıntıkalardaki bakkal, manav vb. dükkânlarına girer, onlardan Zimem defterini yani veresiye defterini çıkarmalarını isterdi. Baştan, sondan ve ortadan rastgele sayfaların yekununu yaptırıp, “Silin borçlarını… Allah kabul etsin” der, çeker giderlerdi. Borcu ödenen, borcunu ödeyenin kim olduğunu; borcu sildiren, kimi borçtan kurtardığını bilmezdi.
Cerre Çıkmak
Cerre çıkmak, Ramazan geleneklerinden birisiydi. Osmanlı Devleti‘nde medreselerde yaz tatilleri ‘Üç Aylar‘da verilirdi. Bu tatillerde seçilmiş medrese talebeleri hem kendi bilgilerini pekiştirmek, hem de dinî konularda halkı aydınlatmak için İmparatorluğun farklı bölgelerine gönderilirlerdi. Bu gönderme olayına “cerre çıkmak” denirdi. Medrese öğrencileri için cerre çıkmayı bir noktada bugünkü üniversitelerin staj eğitimleri gibi de anlamak mümkündür. Cerr de kelime anlamı itibarı ile kendine çekmek, cezbetmek manasındadır.
Osmanlı Devleti’nde İftar
Osmanlı‘da Ramazan’da halk, eşine-dostuna iftar vermeyi büyük bir ibadet kabul eder, misafir ağırlamak için çırpınılırdı. Ramazan boyunca iftar vakitlerinde kapılar açık tutulurdu. Böylece yolda kalan ve ihtiyacı olan herkes istediği eve girer iftar sofrasına dâhil olurdu. Bunun için tanıdık olmaya gerek yoktu ve iftar için gelenin kim olduğu da asla sorulmazdı.
Osmanlı‘da İftar
Osmanlı’da iftar yemekleri
Osmanlı İftar Gelenekleri
Osmanlı’da Ramazan sofraları iki aşamalı kurulurdu: Birinci aşama ‘İftariye’ denilen ilk fasıl, ikincisi de yemeklerin yendiği ikinci fasıl. İftariye, açlığın verdiği hızla yemeklerin üstüne atılmayı önlemek üzere tertiplenmiş çerez sofrasıdır bir anlamda. Küçük tabaklarda ve sahanlarda reçeller, peynirler, zeytinler ve benzeri yiyeceklerden teker teker alınır.
İftar sofrası bittikten sonra bir anda kaldırılır. O sıra akşam namazının okunma sırasıdır. İsteyenler ezanla gelen sese uyarak akşam namazını kılar. Sonra, yeniden hazırlanmış olan sofranın başına oturulurdu.
Osmanlı’da Arife Çiçekleri
Osmanlı’da bayramların bilhassa çocuklar için ayrı bir yeri vardır. Bayramlıklarıyla sokakta gezen çocuklara “arife çiçeği” denilirdi.
Osmanlı’dan gelen ‘Arife Çiçeği‘ kavramı; bayramdan birkaç gün önce yapılan alışverişin ardından çocukların sabırsızlanarak giysilerini bayramdan bir gün önce, yani Arife günü, giyerek dolaşması olarak tanımlanırdı.
Osmanlı‘da Bayramlar
Osmanlı’da bayram, Sultanın bayram namazı için camiye gelişiyle başlardı. Namaz sonrasında saraya dönen padişah önce annesinin elini öpüp ardından diğer aile efradıyla bayramlaşırdı. Padişah, bayram tebriğinin ardından güzel işlemeli keselerle çocuklara para saçarak onları sevindirirdi.
Osmanlı‘da Kapılar
Osmanlı kapılarının tokmakları bile başlı başına bir kültürdür ve Osmanlı insanının sosyal hayata bakışının bir simgesidir.
Osmanlı insanı hayata “helâl” ve “haram” perspektifinden bakardı. Kapı tokmakları bile bu hassasiyeti yansıtırdı. İç içe, ya da üst üste bindirilen tokmaklardan biri kalın, diğeri ince ses çıkarırdı. Erkek konuklar kalın ses çıkaran kapı tokmağını, kadın konuklar ise ince seslisini kullanırlar, böylece ev sahipleri kapıdaki misafirin kimliği hakkında bilgi sahibi olur ve ona göre karşılarlardı.
Osmanlı’da Kavuklar
Osmanlı’da yüzyılın başında giyilen kavukların şekli ve cinsi herkesin sınıf ve mesleğine göre değişirdi. Kavuğun şekline bakarak o kimsenin mensup olduğu sınıf herkesçe tanınırdı. Böylece kavukların her biri bir sınıfın âdeta âlamet- i farikası haline geldiği için bir kimse bir başkasının giydiği şeyi giyemezdi; mesela birinin eline kendisininkinden başka bir sanata mahsus bir kavuk geçmiş olsa bile giymesi yasaktı.
Kavuklar, kendilerine mahsus renklerde çukadan ve kadifeden yapılır, üzerine sınıfına göre mutlaka sarık sarılırdı. Yeşil renk sarık, şürefâ ve sadât-ı kirâm’a mahsus bulunduğundan bu sınıf mensubu olmayanların yeşil sarık sarmaları ve bununla gezinmeleri, şiddetle yasaklanmıştı. Vüzera ve halkın ileri gelenleri dâhil olmak üzere diğerleri beyaz sarık sararlardı.
Osmanlı’da Kıraathaneler
Dersaadet’te mahalle kahvesi olarak bilinen, her mahallenin imam, muhtar ve ileri gelenlerine mahsus o zamana göre adeta bir kulüp niteliğinde olan bir kahvesi vardı.
Mahalle kahvehanelerinde günümüzdekilerden farklı olarak temizliğe ve düzene çok özen gösterilirdi. Mermer döşeli kapı önüne gelenlerin ayakkabılarını silmesi için tahta talaşı dökülürdü. Oturulacak peykelere güzel halılar döşenirdi. İmam efendi arandığı zaman bulunabilmesi için zamanının çoğunu kahvede geçirirdi.
Mahalle kahveleri, günümüz kahvelerinden farklı olarak, ilmi, edebi konuşmaların, tarih sohbetlerinin yapıldığı ve hatta şiir ve manzumelerin okunduğu, hikâyelerin anlatıldığı, bilmeyenlerin, bilenlerden istifade ettiği yerlerdi.
Osmanlı 600 yıl 72 milleti nasıl bir arada yönetti. Bu sorunun cevabını almak için Osmanlı Devleti’nin köklerine kadar inmek gerekiyor. Osman Bey döneminde itibaren fetih, iskân politikasıyla, etnik ve dini kökeni farklı toplumları kucaklamasıyla ortak bir kültür medeniyet inşa etmeyi başarmıştı. Ermeniler, Yahudiler, Rumlar, Kürtler, Çerkezler, Lazlar, Araplar, Farslar mezhebi ve milleti farklı onlarca milletin yüzyıllar boyu Osmanlı egemenliğinde barış, huzur, güven içinde birlikte yaşamasını ancak bu şekilde açıklayabiliriz.
Avrupalı devletler Osmanlı parçalamak isteyenlerin asıl problemi bu olmuş bu huzur ve güven ortamı devam ettikçe Osmanlı’yı yıkmanın mümkün olmadığını biliyorlardı. Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethettikten sonra Ortodoks kilisesine dokunmaması, patrikhaneyi koruma altına alıp özgürlük vermesi Kanuni’nin Fransızlara kapitülasyonları vermesi hep bu barış ve huzur ortamını devamı için yapılan icraatlardır. Osmanlı Devleti’ni yıkmak isteyenler bu nedenle Balkan topluluklarını[Rumları, Bulgarları, Sırpları] kışkırtıp Balkan savaşlarını başlattılar. Bu yüzden Yemen, Irak, Suriye cephesiyle Arapları kışkırttılar. Milleti sâdıka olan Ermenileri ve diğer etnik ve dini kökenden olanları Osmanlı Devleti ile karşı karşıya getirdiler. Osmanlı’nın hataları, yanlışları vardı elbet. Lâkin Osmanlı yıkıldıktan sonra hakimiyetinde olan topraklarda kurulan 25 küsur devlette kan, gözyaşı, açlık ve sefalet sona ermedi.