Dağ Nedir?
Bilimsel olarak dağ nedir dediğimizde, çevresine göre yüksekte kalan kara parçasına dağ denir şeklinde yapabiliriz. Sözlük anlamı, çevresine göre yüksekte olan az veya çok eğimli yeryüzü şekillerine denir. Dağlar, kıvrılma, kırılma, aşınma, volkanizma şeklinde oluşurlar.
Dağlar nasıl oluşur? Dağların özellikleri
Fiziki ve coğrafi olarak Kıtaların yer değiştirmesiyle yüksek basınca uğrayan jeosenklinallerin kıvrılıp, kırılmasıyla, jeosenklinallerde kıvrılamayacak kadar sert olan tabakalarda kırıkların(fay) çökmesiyle, volkanizma esnasında yeryüzüne çıkan volkanik malzemenin ve lavların üstüste yığılmasıyla veya üzerlerinde yumuşak örtü tabakalarının sıyrılıp, süpürülmesiyle ortaya çıkan yüksekliklere dağ adı verilir.
Dağlar hakkında bilgiler
Dağlar fiziki olarak düşündüğümüzde bile diğer mekanlardan mevki olarak yüksekte olan manzarası güzel, havası temiz, yeşil insanların huzur bulduğu yerdir.
Dağların manevi yönü
Cumanın diğer günler içinde fazileti, Kâbe-i Muazzama’nın diğer yerlerden faziletli olması gibi bazı mekanlar diğerlerinin üzerine faziletli kılınmıştır. Dağlar da diğer coğrafi mekanlara üstün kılınmıştır. Çünkü yeryüzü dağlar olmadan istikrar edemezler. Hak Teâlâ hazretleri, yeryüzünü dağlarla sabit kıldı. Yerin dengesini dağlarla sağladı.
İslâmda dağların fazileti
Dağları, kendi katında bir hikmetle yeryüzüne kazık yaptı. Emâneti dağlara arzetti . Emâneti dağlara arzetmesi dağların; Tesbit (sabit olmak), Temekkün (yerleşmiş olmak), Tefrid (fert ve tek olması), Yüce ve yüksek olmalarındandır. İşte bütün bu hususiyetlerinden dolayı dağlar, mekânların üzerine faziletli kılındı. Dağlar, kelâm (ilâhî kelâmın tecelli etmesine) şâhidlik etme şerefine nail oldular. Cemâl’in tecellisine taalluk ettiler. Emânetler kendisine arz edildi. Muhammedî sadrın şerhi (açılması) dağda oldu. Mûsâ Aleyhisselâm’ın münâcaatı dağda oldu. İşte bundan, makamlarda fazilet ve faziletli kılınmanın var olduğu ortaya çıktı.
Allâhü Teâlâ hazretleri şöyle buyurdu:
-‘Değil mi ki biz arz’ı bir döşek yaptık, Ve dağları birer kazık…” Nebe Sûresi 6.Ayet
Erbain ve çile nedir?
“Erbeîn” veya daha yaygın ismiyle “Çile” bir kişinin kırk gün, insanlardan uzak bir şekilde, bütün madde alemiyle alâkasını kesip, sadece Allâhü Teâlâ hazretlerinin rızâsı, Ailâhü Teâlâ hazretlerine ibâdet etmek niyetiyle tenhâ bir köşeye çekilmesidir. İnsanların Allâhü Teâlâ hazretlerine yaklaşmak ve ibâdet İçin girdikleri makama “Çilehâne” veya “Halvethâne” denilirdi. Gönül erleri bu halvethânelere girip orada Rabbine vasıl olmak ve Allah’ın rızâsını kazanmak için ibâdet ederlerdi.
Erbain, çile ve dağların ilişkisi
Çile, Musa Aleyhisselâm’ın bu hadisesine ve Efendimiz (s.a.v.) hazretlerinin peygamberliğinden önce Hıra mağarasında uzlete çekilmesine dayanmaktadır. Yukarıda bahsettiğimiz dağların faziletlerinden biri de birçok evliyaya, enbiyaya kucak açmasıdır.
Anadolu’nun bir çok yerlerinde çilehâne, halvethâne ve benzeri isimlerle anılan ibâdet mekânları vardır. Belki çevrenizde bu mübarek makamları görmüşünüzdür. Bizim köyde rahmetli dedelerimden kalma halvethâne var.
Bizim köy yani Şanlıurfa ilinin Siverek ilçesinin Darağun köyü ki eskiden şehre üç saatlik uzaklıktaydı. Şu an köyde arası bir yol geçtiği için bu mesafe vasıta ile 10 dakikaya inmiştir…Köyümüz 20-30 hanelik küçük bir köydü. Köyün şehre uzaklığına rağmen rahmetli dedem Hacı Ali Efendi (r.h.) köyden uzak bir dağın içinde taştan bir halvethâne yapmıştı. Halvethânenin duvarları taş olduğu gibi tavan ve tabanı da taş idi. Ancak bir kişinin içinde namaz kılabileceği genişlikte olan bu halvethânede çile çekmek için Rabbine ibâdet ederlerdi. Rahmetli dedemin bir çok rençberleri, çoban ve çiftçileri vardı. Dünyevi işlerini onlar görürdü. Kendisi daha gençliğinde ibâdetine riya girmesin diye oraya köyden bile uzak bir mesafede olan halvethânesine gider. Bütün dünyadan uzaklaşarak Rabbinin rızâsını arardı. Kim bilir kendisinden önce de daha nice gönül erleri o halvethânede çile çekmişlerdi.
O halvethânede ihlas ile yapılan ibâdetlerin bereketiyle yıllar sonra rahmetli dedem doksan yaşlarında Râbıta-ı şerife ile müşerref oldu. Köyüme her gidişimde o halvethâneye giderim. Manevî havasını teneffüs eder ve orada Allâhü Teâlâ hazretlerine İbâdet İçin çile çeken erenlerin zikir seslerini sanki duyar gibi olurum. Çok duygulanırım.
Özellikle Kadirî, Rüfâî ve Şazelî gibi tarikatlarda çile’nin büyük bir yeri vardır. Bu inkıtaya uğrayan tarikatların sahte şeyhleri ve o şeyhlerin zavallı müritleri çile çekmek yerine “ÇİLLEK” (yani boğazına düşkün, yiyici takımı ve leziz, tatlı ve hoş yemekleri düşünen, tasavvufu dünyevî nazlarına alet eden, tarikatları para kazanma ocakları haline getiren kişiler) olmuşlardır.
Efendimiz (s.a.v.) hazretlerinin şu hadis-i şeriflerinde olduğu gibi;
-“Kim kırk gün, Allâhü Teâlâ hazretlerine hâlis (ve muhlis) olursa, hikmetin kaynaklan (membaı fişkırıp) onun kalbinden dilinin üzerine zahir olur.”Kenzu’l-Ummâl: 5271
Kaynak : İsmail Hakkı Bursevi(k.s.), Ruhu’l Beyan Tefsiri: 9/171.
2 Comments
Güzel paylaşımınız için teşekkürler. Dağlar kışın ayrı yazın ayrı güzeldir. İnsanın huzur bulduğu yerlerdir. Herkes sever bir de kirletilmese sadece dağlar değil. Doğanın tamamını korumak gerek.
Güzel paylaşımınız için teşekkürler. Dağlar kışın ayrı yazın ayrı güzeldir. İnsanın huzur bulduğu yerlerdir. Herkes sever bir de kirletilmese sadece dağlar değil. Doğanın tamamını korumak gerek.