İbret veren dini hikayeler
Dini hikayeleri eskiden sosyal medyadan, internetten okumaz babadan, dededen, nineden dinlerdik. Uzun kış gecelerinde içimizi ısıtan sadece sobanın sıcaklığı değildi. Fokurdayan çaydanlıktan bardaklara dökülen her bardağın güzel bir hikayesi var elbette. İşte o günlerden kayıt altına aldığımız ibret veren 2 güzel hikaye:
“Pilavcı Baba” hikayesi
Pilavcı Yahya baba, II. Bâyezid Han zamanında, Edirne Bâyezid Külliyesi’nin aşçılarından biridir. Arkadaşları hoşaf, kebap, sebze, bakliyat pişirir. Ama onun ihtisası pilavdır. Mübarek işe girişti mi, ibadet ettiğini sanırsınız. Pirinçleri salâvat getire getire ayıklar, yağını tekbirlerle eritir. Tuzunu Besmele ile suyunu Fatihalarla salar. Zaman zaman gözünü yumar enbiyâyı evliyayı aracı yapar, Allah’tan bereket arzular.
Onun pilavı herkese yeter, hattâ artar. Ancak o tek pirinç tanesine bile kıyamaz; artanı Tunca nehrine atar. Balıklar onun geleceği saati bilir, köprü basında toplanırlar. Kilerci, bakar pilav artıyor; pirinci aşçıya az vermeye baslar. Ama Yahya Baba bir kere bile “Bu pirinç yeter mi?” demez. Kilerci şaşkındır. Her gün pirinç miktarını biraz daha kısar ama pilav azalmaz aksine çoğalır. Yine herkes doyar, Tunca’nın balıkları bile nasibini alırlar. Kilerci, bunu izâh edecek tek kelime bilir: “Bu Bir Keramet!” Çok dener ve emin olunca Padişaha çıkar. “Bu Yahya Baba boş değil Sultanım der, hâlbuki biz ona amele muamelesi yapıyoruz.”
Bâyezid-i Veli gönül ehlidir ve aşçı ile tanışmak ister. Kilerci ile bir plan yaparlar. O gün Yahya Baba’ya çok az, hattâ gülünç denilebilecek kadar az pirinç verilir. O her zaman ki gibi okur. Âlemlerin Rabbi’nden Halil İbrahim bereketi diler. Pilavı çok lezzetli olur, üstelik kazanlara sığmaz. Yahya Baba yine artanları yüklenir, Tunca’nın yolunu tutar. Tam kepçeyi daldırıp balıklara atarken Padişah ortaya çıkar. “Ne oluyor bre der. Yoksa devlet malını israf mı edersin?” Yahya Baba tutulur kalır. Ancak balıklar kafalarını sudan çıkarıp; “Ayıp olmuyor mu sultanım? Derler. Koca devletin artığını bize çok mu görüyorsun?” Yahya Baba öylesine mahcub olur ki, anlatılamaz. Utancından secdeye kapanır, Allah’a sığınır. Bâyezid-i Veli onun kalkmasını bekler, ama geçmiş ola… Mübarek çoktan ruhunu teslim edip, kavuşmuştur Rahmet-i Rahmân’a
Sağlığın önemini anlatan bir hikaye
Hz. İsa (a.s) bir ağacın altında dua eden birini gördü. Dikkatlice baktığında adamın yürüyemeyen bir kötürüm olduğunu anladı. Aynı zamanda iki gözü de görmüyordu. Vücudunda ise baras hastalığı olduğu anlaşılıyordu. Ama adam bütün bunlara rağmen ellerini kaldırmış mutluluktan uçacakmış gibi dua ediyordu… Ey nice zenginlere vermediği nimeti bana ikram eden Rabbim. Sana ağaçların yaprakları sayısınca şükürler olsun… Hz. İsa kötürüm adama yaklaştı… Ayağın yürümüyor, gözün görmüyor. Bedenin de sıhhatli görünmüyor. Buna rağmen çoğu zenginlere verilmeyen nimetlerin sana verildiğini düşünmekle, bunun için de büyük bir mutlulukla şükretmektesin. Hangi nimettir nice zenginlere verilmediği halde sana verilen. Kapalı gözleriyle sesin geldiği yana yönelen kötürüm adam dedi ki.
Efendi. Allah bana öyle bir kalp vermiş ki, o kalple onu tanıyorum. Öyle de bir dil vermiş ki, o dille de ona şükrediyorum. Halbuki dünyanın serveti elinde olan nice zenginler var ki, kalbinde onu tanıma sevinci dilinde de ona şükretme mutluluğu yoktur. Ama gel gör ki, ayakları topal, gözleri kör, bedeninde hastalıklar bulunan bu kötürüm adama Rabbim bu sevgiyi ihsan eylemiş. İşte bunu düşününce kendi tutamıyor da. Nice zenginlere vermediği nimeti bana veren Rabbim, sana ağaçların yaprakları sayısınca şükürler olsun diyerek, teşekkürden kendimi alamıyorum…. Kafa gözü kapalı da olsa kalp gözü açık olan bu adama yaklaşan
Hz. İsa ver şu elini öyle ise diyerek elinden tutar,eğilerek görmeyen gözlerinde öper. Peygamberin dudaklarının değdiği gözler anında açılır. Karşısındakinin Hz. İsa (a.s) olduğunu görünce heyecanlanan adam. Sen şu ölüleri dirilten, hastalara şifalar bahşeden, mucizelerin sahibi peygamber değil misin der… Hz. İsa, belli olmuyor mu deyince.. Gözlerimden belli oluyorda ayaklarımdan henüz belli değil der. Tebessüm eden Hz. İsa, sen hele bir ayağa kalkmayı dene, deyince. Silkinen kötürüm adam dimdik ayağa kalkar. Ayakları üzerine dikilebildiğini anlayınca söylediği ilk sözü şu olur.
Ey Allah’ın Nebisi, sendeki bu mucizeler de ondan değilmi, öyle ise izin ver de geç kalmayayım, ona şükredeyim, diyerek hemen yere iner, başını secdeye koyar ve der ki, Rabbim seni tanıyan bir kalple, şükreden bir dil nimetinin şükrünü yapmaktan acizken, şimdi gören bir çift gözle, yürüyen iki de ayak lütfettin. Artık bilemiyorum nasıl şükretmem gerekiyor bu eşsiz nimetler karşısında… Bu sırada çevreden toplanan halk, gösterdiği bu mucizelerden dolayı Hz. İsa (a.s)’ın elini öpmek isterler. Ama Allah’ın Nebisi işaret eder. Benim değil, secdedeki şu kötürüm adamın elini öpün. Der ki, onu secdeye indiren nimetlere biz baştan beri sahibiz. Ama hiç birimiz onun duyduğu gibi bir mutluluk duymadık. Öyle ise der, tefekkür edin, siz de düşünün.. sözünü şöyle bağlar Allah’ın Nebisi “Düşünen sahip olduğu nimetin farkına varır