Selmani Farisi kimdir
Selman-ı Farisi hazretleri, esbabı kiramın büyüklerinden ve meşhurlarındandır. Silsilet-üz Zeheb diye bilinen “Altun silsilenin” (Büyük veliler silsilesinin) ikinci halkasıdır. Aslen İranlı olup, isfehan yakınında bir köyde doğup, büyüdü. Gençliğinde Mecusi iken, Hıristiyan rahipleriyle tanışıp, Mecusiliği terk etti. Kiliseye girip hıristiyan oldu. Çok ilim öğrenip âlim oldu. Sonra da uzun yıllar değişik yerlerde kaldı.
Selman-ı Farisi nerelidir?
Nihayet Medine’ye gelip Peygamber efendimiz (aleyhisselam) hicret edince maksadına kavuşup müslüman oldu ve Ehl-i beytten sayıldı.
Müslüman olmadan önce, ismi Mabeh idi. Müslüman olunca, Peygamberimiz O’na Selman ismini verdi, İran’lı olduğu için de Farisi denildiğinden ismi Selman-ı Farisi olarak meşhur oldu. Nesebi ise; Mabeh bin Buzahşah bin Mursilan bin Behbudah bin Firüz’dur. Lakabı Selman-ül Hayr, künyesi ise Ebü Abdullah’tır.
Ebü’l-Ferec buyurdu ki: Abdullah ibn-i Abbas’ın yanında idim. Bana Selman-ı Farisi’nin bir gün hayatını şöyle anlattı:
Selman dedi ki: “Ben Faris (İran)’ın, İsfahan şehrinin Cey köyündenim. Babam köyün en zengini olup, arazimiz ve malımız çoktu. Ben babamın tek çocuğu idim. Beni herkesten çok severdi. Bunun için beni kız gibi yetiştirdi. Evden çıkmama izin vermezdi. Babam Mecusi (ateşperest) olduğu için Mecusiliği de bana evde tam bir şekilde öğretti. Evde devamlı bir ateş yanar biz ona tapar secde ederdik. Babamın malı ve mülkü çok olduğu için beni bir ara dışarıya çıkardı ve dedi ki: “Yavrum ben öldüğüm zaman bu malların sahibi sen olacaksın, onun için git mallarını ve arazilerini tanı”.
Ben de “peki” deyip bahçelerimizi dolaştım. Bir gün tarlalara bakmaya gittiğimde bir Hıristiyan kilisesine rastladım. Onların seslerini işittim, gidip baktım ki, içerde ibadet ediyorlar. Ben daha önce öyle bir şey görmediğim için çok hayret ettim. Zira bizlerin ibadeti bir miktar ateş yakar ve ona secde ederdik. Fakat onlar görünmeyen bir Allah’a ibadet ediyorlardı ve kendi kendime dedim ki, bunların dini haktır ve bizimki batıldır. Onun için akşama kadar onları seyrettim. Tarlalarımıza gitmedim, akşam oldu. Onlara dedim ki: “Bu dinin aslı nerededir?” Bana, “Bu dinin aslı Şam’dadır” dediler, “Peki dedim. Ben de Şam’a gitsem beni de bu dine kabul ederler mi?” “Evet kabul ederler” dediler. “Sizlerden yakında Şam’a gidecek kimseler var mıdır?” diye sordum “Bir müddet sonra bir kervanımız Şam’a gidecektir.” Diye cevap verdiler (İsfahan’daki bu Hıristiyanlar, İsfahan’a Şam’dan gelmişlerdi ve sayıları da az idi.)
Selman-ı Farisi Hayatı
Ben bunlarla meşgul olurken vakit geç oldu. Babam benim dönmediğimi görünce, beni aramak için adam göndermiş. Beni aramışlar bulamamışlar ve bulamadıklarını babama söylemişler. Tam bu sırada, ben de eve döndüm. Babam “Bu zamana kadar nerede kaldın. Seni aramadığımız yer kalmadı” dedi. Ben de “Babacığım ben bu gün tarlaları dolaşmak için yola çıktım, fakat yolda karşıma bir Nasrani kilisesi çıktı. Ben de içeri girdim, baktım ki; görmedikleri ve herşeye hakim ve kadir olan bir Tanrıya iman ediyorlar. Onların ibadetlerine şaştım kaldım. Akşama kadar onları seyrettim. Anladım ki onların dini daha doğrudur.” dedim. Babam “Ey oğlum sen yanlış düşünüyorsun senin babalarının ve dedelerinin dini, onların dininden daha doğrudur. Onların dini bozuktur. Sakın onlara aldanma, inanma” dedi. Ben de “Hayır babacığım onların dini bizimkinden daha hayırlıdır ve onların dini haktır. Bizimki (ateşperestlik) ise batıldır.” dedim. Babam buna çok kızdı ve beni el ve ayaklarımdan bağlayıp eve hapsetti. Ben daha önce “kilisede hıristiyan rahiplere; bu dinin aslının nerede olduğunu sormuştum. Onlar da Şam’da olduğunu söylemişlerdi. Ben evde hapis iken devamlı Şam’a gidecek olan kervanı beklerdim. Nihayet hıristiyan rahipler Şam’a gidecek kervanı hazırlamışlardı. Bunu haber alınca beni bağlayan iplerimi çözüp kaçtım ve kervanın bulunduğu kiliseye gittim.
Buralarda duramayacağımı anlattım. O kervanla beraber Şam’a gittim. Şam’da hıristiyan dininin en büyük âlimini sordum. Bana bir âlimi tarif ettiler. Onun yanına gittim. Ona durumu anlattım.
Onun yanında kalmak istediğimi, ona hizmet edeceğimi söyleyip, ondan bana Nasraniliği öğretmesini rica ettim. O da kabul etti.
Ben de Ona hizmet etmeye, kilisenin işlerini yapmaya başladım. O da bana dini öğretmeye başladı. Fakat sonradan Onun kötü kimse olduğunu anladım. Çünkü hıristiyanların fakirlere vermesi için getirdikleri sadaka altın ve gümüşleri kendine alır, fakirlere vermezdi. Böylece şahsına yedi küp altın ve gümüş biriktirdi. Fakat bunu benden başka kimse bilmezdi. Bir müddet sonra o âlim vefat etti. Nasraniler onu defn etmek için toplandılar. Onlara “Neden buna bu kadar hürmet ediyorsunuz, o hürmete layık bir insan değildir.” dedim, “Sen bunu nerden çıkarıyorsun” dediler ve bana inanmadılar. Ben de biriktirdiği altınların yerini bildiğim için onlara gösterdim. Nasraniler yedi küp altını ve gümüşü çıkardılar ve “Bu, defne ve techize layık bir kimse değildir dediler ve bir yere atıp üzerini taşla kapattılar. Sonra onun yerine başka bir âlim geçti. Çok âlim zahid bir kimse idi.
Dünyaya hiç ehemmiyet vermezdi. Hep ahiret için çalışıyordu. Gece-gündüz hep ibadet ederdi. Onu çok sevdim ve uzun zaman yanında kaldım. Onun ve kilisenin hizmetini yapar ve de onunla ibadet ederdim. Vefat zamanı geldi ve ona “Ey benim efendim, uzun zamandan beri yanınızdayım ve sizi çok sevdim. Çünkü sen Allahın emirlerine itaat ediyorsun ve men ettiklerinden kaçıyorsun. Sen vefat ettiğin zaman ben ne yapayım. Bana ne tavsiye edersin” diye sordum. Bana “Oğlum Şam’da insanları ıslah edecek bir kimse yok. Kime gitsen seni ifsad ederler. Fakat Musul’da bir zat vardır. Ona gitmeni tavsiye ederim” dedi.
“Ben de peki efendim” dedim. O zat vefat edince Şam’dan Musul’a gittim. Onun tarif ettiği zatı buldum, başımdan geçenleri anlattım. Beni hizmetine kabul etti. O da diğer zat gibi çok kıymetli zahid, abid bir kimse idi. Onun vefat zamanı aynı soruları ona da sordum. O da bana Nusaybin’de bir zatı tavsiye etti. O vefat ettikten sonra ben de derhal Nusaybin’e gittim. Bahsedilen kimseyi bulup yanında kalmak istediğimi söyledim, isteğimi kabul etti ve bir müddet de onun hizmetinde kaldım. Bu zat da vefat etmek üzere iken, beni başka birine göndermesini söyledim. Bu sefer bana Amuriye’deki bir Rum şehrinde bulunan başka bir kimseyi tarif etti. Vefatından sonra da oraya gittim. Tarif edilen bu son şahsı da bulup, hizmetine girdim. Uzun bir zaman da onun yanında kaldım. Artık onun da vefatı yaklaşmıştı. O’na da beni birine havale etmesini rica edince, şimdi böyle bir kimse bilmiyorum. Fakat ahir zaman Peygamberinin gelmesi yaklaştı. O Arablar arasından çıkacak, vatanından hicret edip, taşlık içinde hurması çok bir şehre yerleşecek. Alametleri şunlardır: Hediyeyi kabul eder, sadakayı kabul etmez, iki omuzu arasında nübüvvet mührü vardır, diyerek alametlerini saydı.
Yanında bulunduğum son zat da vefat edince, onun tavsiyesi üzerine, Arab diyarına gitmeye hazırlandım.
Ben Amuriye’de çalışıp, bir kaç öküz ile bir miktar koyun sahibi olmuştum. Beni Kelb kabilesinden bir kafile Arap beldesine gitmek üzere idi. Onlara dedim ki, bu sığırlar ve koyunlar sizin olsun, beni Arap vilayetine götürün. Kabul edip beni kafilelerine aldılar. Vadiyül Kura denilen yere gelince bana ihanet edip, köledir diyerek beni bir yahudiye sattılar. Yahudinin bulunduğu yerde hurma bahçeleri gördüm. Ahir zaman Peygamberinin hicret edeceği yer herhalde burasıdır diye düşündüm. Fakat kalbim oraya ısınmadı. Bir müddet yahudinin hizmetinde kaldım. Sonra beni köle olarak amcasının oğluna sattı. O da alıp Medine’ye getirdi. Medine’ye varınca, sanki bu beldeyi önceden görmüş gibiydim, öylesine ısındım. Artık günlerim Medine’ de geçiyor, beni satın alan yahudinin bağında bahçesinde çalışıp, ona hizmetçilik yapıyordum. Bir taraftan da asıl maksadıma kavuşma arzusuyla bekliyordum.
”Bir gün beni satın alan yahudinin bahçesinde bir hurma ağacı üzerinde çalışıyordum. Sahibim, yanında biri ile bir ağaç altında oturup konuşmakta idi. Bir ara dediler ki, Evs ve Hazreç kabileleri helak olsunlar. Mekke’den bir kimse geldi. Peygamber olduğunu söylüyor. Ben bu sözleri işitince kendimden geçip az kalsın ağaçtan yere düşüyordum. Hemen aşağı inip, O şahsa ne diyorsun? dedim. Sahibim bana bir tokat vurdu ve “Senin nene lazım ki soruyorsun, sen işine bak” dedi. O gün akşam olunca bir miktar hurma alıp, hemen Kuba’ya vardım. Resulullah’ın yanına girip “Sen salih bir kimsesin, yanında fakirler vardır. Bu hurmaları sadaka getirdim” dedim. Resulullah yanında bulunan Eshaba “Geliniz hurma yeyiniz” buyurdu. Onlar da yediler. Kendisi asla yemedi. Kendi kendime işte bir alamet budur. Sadaka kabul etmiyor dedim. Eve dönüp bir miktar hurma daha alıp, Resulullaha getirdim. Bu hediyedir dedim. Bu defa yanındaki Eshab ile birlikte yediler, işte ikinci alamet budur dedim. Götürdüğüm hurma yirmibeş tane kadar idi. Halbuki yenen hurma çekirdekleri yüzlerceydi. Resulullahın mucizesiyle hurma artmıştı. Kendi kendime bir alameti daha gördüm dedim. Resulullahın yanına ikinci defa varışımda bir cenaze defnediyorlardı. Nübüvvet mührünü görmeyi arzu ettiğim için yanına yaklaştım. Benim muradımı anlayıp, gömleğini kaldırdı. Mübarek sırtı açılınca Nübüvvet mührünü görür görmez varıp öptüm ve ağladım. O anda Kelime-i şehadeti söyleyerek müslüman oldum. Sonrada Resulullaha uzun yıllardan beri başımdan geçen hadiseleri bir bir anlattım.
Hâlime teaccüb edip, bunu Eshab-ı kirama da anlatmamı emir buyurdu. Eshab-ı kiram toplandı, ben de başımdan geçenleri bir bir anlattım..”
Selmani Farisi iman ettiği zaman Arap lisanını bilmediği için tercüman istemişti.
Gelen yahudi tercüman, Selman-ı Farisi’nin Peygamber efendimizi meth etmesini aksi şekilde söylüyordu. O esnada Cebrail aleyhisselam gelip Selman’ın sözlerini doğru olarak Resulullaha bildirdi. Durumu yahudi anlayınca, Kelime-i şehadet getirerek müslüman oldu.
Selman-ı Farisi müslüman olduktan sonra, köleliği bir müddet daha devam etti.
Peygamber efendimizin, “Kendini kölelikten kurtar ya Selmân” buyurması üzerine sahibine gidip, azad olmak istediğini söyledi. Buna zorla razı olan yahudi, üçyüz hurma fidanı dikerek yetiştirip ve hurma verir hale getirmeği ve kırk rukye altın (o zamanki ölçüye göre bir miktar altın) vermesi şartıyla kabul etti.
Bunu Resulullaha haber verdi. Resulullah eshabına; “Kardeşinize yardım ediniz” buyurdu. Onun için üçyüz hurma fidanı topladılar. Resulullah “Bunların çukurlarım hazır edip, tamam olunca bana haber ver” buyurdu. Çukurları hazırlayıp, haber verince Resulullah teşrif edip, kendi eliyle o fidanları dikti. Bir tanesini de Hz. Ömer dikmişti. Hz. Ömer’in diktiği hariç, hepsi, Allahü teâlânın izni ile, o sene hurma verdi. O bir taneyi de söküp, kendi mübarek eli ile yeniden dikti ve diktiği anda hurma verdi. Bundan sonra Ehl-i suffa arasına katıldı.
Buyurdular ki: Bir gün bir zat beni arıyor ve “Selman-ı Farisi’yi Mükatib-i fakir (Efendisi ile hürriyetine kavuşmak için belli miktarda anlaşan köle) nerdedir” diye soruyordu. Beni buldu ve elindeki yumurta büyüklüğündeki altını verdi. Bunu alıp Peygamberimize gittim ve durumu arzettim.
Resulullah altını tekrar Selmân-ı Farisi’ye verip, “Bu altını al borcunu öde” buyurdu. Selman-ı Farisi, “Ya Resulallah, bu altın yahudinin istediği ağırlıkta değil” deyince, Resulullah o altını alıp, mübarek dilinin üzerine sürdü. “Al bunu! Allahü teâlâ bununla senin borcunu eda eder” buyurdu. Selman-ı Farisi, “Allah hakkı için o altını tarttım, tam istenilen miktarda geldi. Götürüp onu da sahibime verdim. Böylece kölelikten kurtuldum” dedi.
Uzak diyarlardan geldiği için Eshab-ı kiramdan biriyle kardeşlik kurması emir buyurulunca, Ebü Derda ile kardeş oldu. Hendek savaşından itibaren bütün gazalara katıldı. Bedir ve Uhud savaşından sonra, Medine üzerine üçüncü defa yürüyen müşriklere karşı nasıl bir savunma yapılması gerektiği istişare ediliyordu. Bütün müşriklerin birleşerek hücum ettiği bu savaşta Selman-ı Farisi, Resulullaha hendek kazmak suretiyle savunma yapmayı söyledi. O’nun bu teklifi kabul edilip, hendek kazıldı. Bu sebeple bu savaşa, Hendek Savaşı denildi. Selman-ı Farisi, içlerinde Amr bin Avf, Huzeyfe bin Yeman, Nu’man bin Mukarrin ile Ensar’dan altı kişinin bulunduğu bir grubla beraber bulunuyordu. Kendisi güçlü ve kuvvetli bir zat idi. Hendek kazma işinde gayet mahir ve becerikli idi. Yalnız başına on kişinin kazdığı yeri kazardı. Cabir bin Abdullah: “Selman’ın kendisine ayrılan beş arşın uzunluğunda, beş arşın derinliğinde yeri vaktinde kazıp bitirdiğini gördüm.” buyurmuştur. Hz. Selman’ın çalışmasına Kays bin Sa’sa’nın gözü değmiş ve Hz.Selman birden bire yere yıkılmıştı. Eshab-ı kiram hemen Resulullaha koşmuş ve ne yapmaları lazım geldiğini sormuşlardı. Peygamberimiz, “Kays bin Sa’saya gidin. Selman için bir kabta abdest alsın. Abdest suyu ile Selman yıkansın. Su kabı Selman’ın arkasından baş aşağı çevrilsin” buyurmuştur. Eshab-ı kiram, Peygamberimizin buyurduğu gibi yapınca, Selman-ı Farisi bulunduğu halden kurtulmuş, kendine gelmiş ve açılmıştı. Hendek savaşındaki gayret ve hizmetinden dolayı Selman-ı Farisi’ye Peygamberimiz “Selman-ül Hayr””Hayırlı Selman” buyurdu.
Selman-ı Farisi hazretleri müslüman olup, kölelikten kurtulduktan sonra, geçimini sağlamak için ince hurma dallarından sepet örüp satarak geçimim temin ederdi. Kazancının bir kısmını da fakirlere sadaka olarak dağıtırdı. Resulullah’ın yakınlarından olup, bazı geceler huzurunda bulunarak başbaşa saatlerce sohbetinde kalırdı. Eshab-ı kiram tarafından da çok sevilip hürmet görürdü. Selman-ı Farisi hazretleri dünyaya hiç rağbet etmezdi.
Ayakta duramayacak hale gelinceye kadar namaz kılar, sonra bedeni yorulunca oturur dili ile zikir ederdi. Dili yorulduğu zaman da Allahü teâlânın yarattığı şeylerdeki hikmetleri düşünürdü ki, bu tefekkürü Peygamberimizin “Bir saat tefekkür bin sene ibadetten hayırlıdır” buyurdukları tefekkürdü. Birazcık dinlenince “Ey nefsim sen iyi dinlendin. Şimdi kalk Allahü teâlâya ibadet et.”
Diline de “Ey lisanım, sen de Allahü teâlânın zikrine başla” derdi. Müslüman olduktan sonra bütün ömrü boyunca akşamdan sabaha kadar böyle ibadet etti. Hiç bir gece bu ibadetleri kaçırmadı. Selman-ı Farisi hazretleri zaten Eshab-ı Suffe denilen ve Peygamberimizin bizatihi kendilerini ilim öğrenmekle vazifeli kıldıkları ve Peygamberimizden hazarda ve seferde bir an ayrılmayan kimselerdendi.
Kalbinde zerre kadar Allah ve Resulullah aşkından başka birşey bulunmayan Selman-ı Farisi hazretleri, kendisine gelen bütün dünya malını Allah rızası için dağıtırdı.
Elinde mal bulundurmazdı. Kinde kabilesinden bir hanım ile evlenmişti. Evlendiği kadının evine girdiği zaman duvarlarına süs eşyalarının asılmış olduğunu gördü.
Zinetli, süs örtülerin Ka’be-i Muazzamaya yakışacağını söyledi ve eve girmedi. Kapının örtüsü hariç bütün örtüler kaldırıldı. Eve girdiği zaman bir hayli mal gördü. “Bunlar kimin içindir” diye sordu. Dediler ki, “Senin ve hanımının malıdır. Buyurdu ki: “Resulullah bana bunu tavsiye etmedi. Fakat bana bir yolcunun malından ve ihtiyacından fazla bir şey bulundurmamamı tavsiye etti.” Biraz sonra bir hizmetçi gördü. “Bu hizmetçi kimin” diye sordu. “Senin ve ehlinindir” dediler. Buyurdu ki: “Halilim (sallallahü aleyhi ve sellem) bana bunu tavsiye etmedi ve evinde nikahlı zevcenden başka kimse bulundurma, buyurdu. Eğer bulundurursam onlar kadınların yapması icabeden şeyleri (yalanı, geçimsizliği, dedikoduyu) yaparlar diye tavsiye etti.” Bunun üzerine hizmetçi kadını da gönderdi. Daha sonra hanımının yanına girdi ve ona “Sen bana emrettiğim şeylerde itaat edecek misin” diye sordu.
Hanımı “Senin meclisine itaat etmek üzere oturdum”. Yani sana itaat etmek üzere geldim, evlendim dedi. Bunun üzerine Halilim (sallallahü aleyhi ve sellem) bana buyurdu ki, “Sen ehlinle Allahü teâlânın emirlerini yerine getirmek üzere bir araya gel” dedi.
Bundan sonra namaz kılmaya kalktı ve ehline de namaz kılmasını emretti. Çok ibadet edip gözyaşı döktü ve bereketli kılması için Allahü teâlâya dua etti. Selman-ı Farisi hazretleri hanımı ile de gayet zahidane bir hayat sürdüler. Eshab-ı Suffe içerisinde Resulullahın önünde, islam ilimlerini öğreniyordu. Hz. Selman (radıyallahü anh) senelerce fakirlik ve kölelik içerisinde çektiği sıkıntıları, vahiy pınarının berrak sularından, kana kana içip gideriyordu. Ehl-i Suffe içerisinde Resulullaha en yakın olan Selman-ı Farisi hazretleri idi. Hz. Aişe buyuruyor ki: “Selman-ı Farisi geceleri uzun zaman Resulullah ile beraber kalırdı ve sohbetinde bulunurdu. Neredeyse Resulullahın yanında bizden fazla kalırdı. Peygamberimiz “Allahü teâlâ bana dört kişiyi sevdiğini bildirdi. Ve bu dört kişiyi sevmemi emretti. Bunlar: Hz. Ali, Ebü Zerr-i Gıfarı, Mikdad ve Selman-ı Farisi” buyurdular.
Hz. Ebu Bekir devrinde Medine’den ve Hz. Ebu Bekir’in sohbetinden bir an ayrılmayan Hz. Selman, Hz. Ömer zamanında İran fethine katılmıştır, islam ordusunun büyük zaferlere kavuştuğu bu seferlerde Selman-ı Farisi’nin çok büyük hizmetleri olmuştur, iranlılar hakkında büyük malumat sahibi idi. Çünkü kendisi iranlıydı. İranlıları kendi lisanlarıyla dine davet ediyor, onlara islamiyeti anlatıyordu. İranlılar savaşlarında fil kullanıyorlardı. Müslümanlar o zamana kadar fil görmedikleri için çok şaşırdılar. Hz. Selman fillerle nasıl çarpışılacağını ve nasıl öldürüleceğini islam askerlerine gösterdi. İran’ın Medayin şehri alınınca onu Hz. Ömer şehre vali tayin etti. İlmi, basireti vazifesindeki adaleti ve nezaketi ile Medayin halkı tarafından çok sevilip sayıldı. Böylece islamiyet orada süratle yayıldı.
Selman-ı Farisi hazretleri Hz.Ömer zamanında Medayin valisi iken otuz bin kişiye hutbe okuduğu zaman yanında da iki parçadan müteşekkil bir hırka vardı. Hırkasının bir parçasını namazlık olarak serer namaz kılar, diğer parçasını da giyerdi. Ondan başka hiçbir elbisesi yoktu. Vali olduğu için kendisine maaş verildi. Maaşını aldığı zaman ondan hiçbir şey harcamaz hepsini fakirlere dağıtırdı. Kendi emeği ile geçinirdi. Topraktan tabak çanak yapar üç dirheme satardı. Onun bir dirhemi ile bir daha tabak yapmak için malzeme alır, bir dirhemini sadaka verir, bir dirhemiyle de evinin ihtiyacı olan şeyler alırdı. Üzerinde damı (tavanı) bulunmayan basit bir evde yaşardı. Bir tarafta güneş gelince, duvarlardan güneş gelmeyen yere geçer, oraya güneş gelince güneş gelmeyen diğer tarafa geçerdi. Medayin’de vali iken Şam’dan bir kimse geldi. Yanında bir çuval incir vardı. Selman-ı Farisi hazretlerini tek bir hırka ile görünce işçi zannetti ‘ “Gel şunu taşı” dedi. Hz. Selman çuvalı yüklendi ve yürümeye başladı. Hz. Selmanı tanıyanlar adama “Sen ne yapıyorsun bu validir” dediler. Adam, Hz. Selman’a dönüp “Kusurumu bağışlayınız, sizi tanıyamadım. Çuvalı indirin” dedi. Hz. Selman; “Hayır niyet ettim gideceğin yere kadar götüreceğim” dedi ve adamın evine kadar götürdü. Selman hazretleri böylesine de tevazu sahibi idi.
KİRLİ SU
Kölelerinden biri, Selmân-ı Fârisî (r.a) Hazretleri’ne şöyle dedi:
— Beni, belli bir para karşılığında azad et. Sordu:
— Bu parayı nereden bulup getireceksin; kendinden vereceğin bir şey var mı? Köle:
— Yok, deyince, tekrar sordu:
— Öyle ise, nasıl ödeyeceksin? Köle şöyle dedi:
— İnsanlardan isterim; dilenirim. Bunun üzerine köleye şöyle dedi:
— Sen bana, insanların yıkandıkları kirli suyu mu içirmek istiyorsun?
SECDE
Selmân-ı Fârisî (r.a) Hazretleri, Acem diyarından İslam Dini’ne ilk gi-rendir. Bilâl-ı Habeşi ise, Habeşistan’dan ilk Müslüman’dır. Allah ikisinden de razı olsun.
Selmân-ı Fârisî (r.a) Hazretleri’ne, Fârisî bir köle kadın düştü. O köle kadına şöyle dedi.
— Namaz kıl. Kadın şöyle dedi:
— Kılmam. Sonra şöyle dedi:
— Öyle ise bir kere secde et. Kadın bunu da kabul etmedi; şöyle dedi:
— Bu da olmaz. Sonra, Selmân-ı Fârisî (r.a) Hazretleri’ne sordular:
— Onun bir kere secde etmesinden ne kazanacaktın? Şöyle dedi:
— Eğer secde edecek olsaydı, namaz kılmış olurdu. İslam Dini’nde namazdan yana bir nasibi olmayan kimse, İslam Dini’nden yana hiç bir nasibi olmayan gibidir.
ONU SANA YAZMIŞ
Selmân-ı Fârisî (r.a) Hazretleri, bir kadını istetmek için, Ebud-Derda’yı yolladı. Ebud-Derda gitti, kadını istedi; Selmân-ı Fârisî (r.a) Hazretleri’nin faziletini anlattı. Bölgesinden İslam Dini’ne ilk girme şere-fine nail olduğunu bildirdi. Kadının akrabaları ona şöyle dediler:
— Biz onu Selman’a vermeyiz; istersen sana verelim. Ebud-Derda, kadını orada kendine nikahladı, çıktı. Gelip Selmân-ı Fârisî (r.a) Hazretleri’ne şöyle dedi:
— Bir şey oldu, sana söylemeye utanıyorum. Selmân-ı Fârisî (r.a) Hazretleri sordu:
— Nasıl bir şey oldu?
Ebud-Derda, durumu olduğu gibi anlattı. Selmân-ı Fârisî (r.a) Hazretleri de dinledi, ve şöyle dedi:
— Onu istediğim için benim utanmam daha uygundur. Çünkü, Allahü Teâlâ, onu sana yazmış.
BANA GELİNCE…
Bir gün, Kureyş kavminden biri, Selmân-ı Fârisî (r.a) Hazretleri’nin yanında övünüyordu. Onu dinleyen Selmân-ı Fârisî Hazretleri şöyle dedi:
— Bana gelince… kendimi tanıtayım; anlatayım. Ben kokmuş sudan yaratıldım. Sonra da kokuşmuş bir cife olacağım. Ondan sonra da, işlerin tartıldığı amel terazisinin başına gideceğim. Eğer, iyilik gözü ağır basarsa, asıl üstün ben olurum, hafif gelecek olursa, kötünün de kötüsü ben olurum.
İKİNCİ ELBİSE
Hazret-i Ömer, bir gün Hutbe okuyordu; Allah ondan razı olsun. Şöyle dedi:
— Susunuzki, size duyurayım. Selmân-ı Fârisî (r.a) Hazretleri şöyle dedi:
—Vallahi, seni dinlemek istemiyoruz.
Hazret-i Ömer sordu:
— Neden? Selmân-ı Fârisî (r.a) Hazretleri anlattı:
— Sen, kendini tebaandan üstün görüyorsun. Hazret-i Ömer tekrar sordu:
— Bu nasıl oldu? Hazreti Selman şöyle cevap verdi:
— Üzerinde iki kat elbise var. Halbuki burada başka kimsede böyle bir şey yok. Hazreti Ömer (r.a) dedi:
— Biraz müsaade et ey Allah’ın kulu. Sonra da:
— Ey Abdullah! Ey Ömer’in oğlu Abdullah! Söyle bu ikinci elbise kimindir? Hazreti Ömer’in oğlu cevap verdi:
— Yemin ederim ki o ikinci elbise benimdir. Bu cevap üzerine Selmân-ı Fârisî şöyle dedi:
— İşte şimdi seni dinler ve sana itaat ederiz, dedi. Allah hepsinden razı olsun.
İKİ İŞ
Selmân-ı Fârisî vali idi. Ebu Kalaba hazretleri yanına geldiğinde onu hamur yoğururken gördü:
— Bu da ne, senin hizmetçin yok mu? dedi. Selmân-ı Fârisî Hazretleri şöyle buyurdu:
— Var, onu bir işe yolladım, humuru da ben yoğuruyorum. Ona iki işi de yaptırmayı uygun bulmadım, dedi.
ESHABIN HAKİKİ MANASI
Selmân-ı Fârisî Hazretleri Medayinde vali iken yanına iki kişi geldi.
— Sen Selman mısın? dediler. Oda :
— Evet dedi. Sonra tekrar sordular:
— Sen Resülüllahın eshabından mısın? dediler. Selmân-ı Fârisî Hazretleri şöyle dedi: bilemiyorum ki. Bu defa iki kişi şöyle dediler:
— Galiba biz yanlış geldik. Aradığımız sen değilsin.
Bunun üzerine Selmân-ı Fârisî Hazretleri:
— Aradığınız benim. Ancak henüz belli değil. Ben Resülüllah’ı gör-düm. Onun meclisinde bulundum, oturdum. Ancak kim onunla Cennete girerse onun eshabından sayılan odur, buyurdu.
YUMUŞAK ARKADAŞ
Selmân-ı Fârisî (r.a) Hazretleri bir hastaya geçmiş olsun ziyaretine gitmişti. Hasta ise ölmek üzereydi. Selmân-ı Fârisî (r.a) Hazretleri bu-yurduki:
— Ey melek buna yumuşak ve arkadaşça davran. Bunu duyan hasta şöyle dedi:
— Melek şöyle diyor: “Her müminin yumuşak davranan bir arakadaşı vardır.”
DOKTORCULUK
Selmân-ı Fârisî (r.a) Hazretleri’ne Ebud’Derda Hazrelerinden bir mektup geldi. Mektupta” İnsanları kutsallaştıran yere gel” diye yazıyordu. Selmân-ı Fârisî (r.a) Hazretleri de ona şöyle yazdı:
—” Hiç bir yer insanı kutsallaştıramaz. İnsanı kutsallaştıran kendi amelleridir. Duyduğuma göre doktorluk yapıyormuşsun. Hastaları iyi edebiliyorsan sana ne mutlu. Eğer doktorculuk oynuyorsan sakın ha, bir insanı öldürebilirsin. Bunun sonunda Cehenneme girmek de vardır.”
ORUÇLUYUM
Selmân-ı Fârisî (r.a) Hazretleri bir gün Ebu’d-Derda Hazretlerinin evine gitti. Ebu’d Derda Hazretlerini sordu. “Uyuyor” dediler. “Nesi var ?” deyince:
— Onun âdetidir. Cuma geceleri ibadet eder, gündüzleri de oruç tutar, dediler. Selmân-ı Fârisî (r.a) Hazretleri yemek hazırlamalarını istedi. Yemek hazırlanınca Ebu’d-Derda Hazretlerini uyandırdı.
— Hadi bakalım yemeğe, dedi. O ise :
— Ben oruçluyum yiyemem, dedi.
Selmân-ı Fârisî (r.a) Hazretleri ise ona israrla yedirdi. Sonra kalkıp birlikte Resülüllah Efendimizin yanına gittiler. Meseleyi olduğu gibi an-lattılar. Resülüllah Efendimiz:
—” Uveymir Selman, bu işte senden daha bilgili, dedi. Ve bu sözü üç defa tekrar ettikten sonra:
—” Geceler arasında sadece Cuma gecesini ibadete tahsis etme. Günler içinde de sadece cuma gününü oruca ayırma” buyurdular.
İLK GECE
Selmân-ı Fârisî (r.a) Hazretleri evlendi. Evliliğinin ilk günü hanımına dedi ki:
— Resülüllah bana şöyle tavsiye etti. Ailenle birleşeceğin zaman Allah’ın Taatı üzerine birleş. Gel birlikte Allah’a ibadet edelim sonra beraber oluruz.
ALLAH’A İTAAT EDENE
Selmân-ı Fârisî (r.a) Hazretleri bir müsafiri ile Medayin şehrinden çıktılar. Bir sahraya geldiklerinde kuş ve geyik sürüsüne rastladılar. Selmân-ı Fârisî (r.a) Hazretleri:
— İçinizden bir geyik ve bir de kuş gelsin. Müsafirime ikram etmek istiyorum, diye seslendi. Hemen bir kuş ve bir de geyik geldi. Yanındaki müsafiri :
— Sübhanellah, bu nasıl iştir ! dedi. Bunun üzerine Selmân-ı Fârisî (r.a) Hazretleri:
— Buna şaşıyor musun? Bir kimse Allah’a itaat etsin de ona herhangi bir şey baş kaldırsın, isyan etsin böyle şey olmaz, buyurdu.
ÂLEM-İ ERVAHTAN
Hafız Ebu Nuaym Hazretleri anlatıyor:
Haris Bin Umeyr anlatmıştı.
— Bir gün Medayin şehrine gelmiştim. Yanında kırmızı bir deriyi ovan bir adamla karşılaştım. Bana doğru baktı ve:
— Orada biraz dur, ey Allah’ın kulu, dedi. Yanımdaki adama: “Bu zat kimdir?” diye sordum. Selmân-ı Fârisî olduğunu söyledi. Sonra o zat eve gitti. Güzel, beyaz bir elbise giyip geldi. Elimi tutup benimle musafaha etti. Dedim ki:
— Ey Allahın kulu, daha önce seninle hiç tanışmamıştık. Sen beni nerden tanıyorsun?
— Doğrudur, dediğin gibidir. Ancak yemin ederim ki, seni görür görmez ruhum ruhunu tanıdı. Sen Haris Bin Umeyr değil misin? dedi. Ben evet diye cevap verince buyurduki:
— Resülüllah Efendimizin şöyle buyurduğunu işittim: ” Ruhlar hep bir arada bulunan ordu gibidirler. Onlardan ezelde birbiri ile tanışanlar, dünyada da birbirlerini tanırlar ve hemen anlaşırlar. Öbür alemde birbirleri ile tanışmayanlar ise burada da birbirlerine yabancı olurlar.
SELMÂN-I FÂRİSÎ (R.A)
HAZRETLERİNDEN GÜZEL SÖZLER:
—” İlim çoktur ömür kısadır. Öyle ise tuttuğun dini yoldan sana ne gerekli ise onu al kalanını bırak.”
—” Bu ümmetin helaki yaptıkları sözleşmenin bozulmasına yakın zamanda olacaktır.”
—” Kalb ile cesedin durumu âmå ile kötürümün durumu gibidir. Kötürüm şöyle der: ” Şurada bir meyve görüyorum ama uzanıpta alamı-yorum. Beni sırtına al ki onu alayım”. Bunun üzerine kör onun sırtına yüklenir, o da o meyveyi alır. Hem kendisi yer hem de köre yedirir”.
—” Mümkün olursa pazara ilk giren de olmayın, son çıkan da olma-yın. Çünkü orası şeytanın savaş alanıdır. Sancağını oraya dikmiştir.”
Abdullah bin Selam hazretleri Selmân-ı Fârisî (r.a) Hazretleri’ne şöyle dedi:
—” Benden önce ölürsen ne ile karşılaştığını bana bildir. Ben senden önce ölürsem ben sana bildiririm”dedi. Selmân-ı Fârisî (r.a) Hazretleri Abdullah bin Selam’dan önce vefat etti. Abdullah bin Selam onu rüyasında gördü ve nasılsın diye sordu. O da:
—” Hayır oldu” diye cevap verdi. Abdullah bin Selam tekrar sordu.
—”Orada hangi işi daha yararlı buldun”. Selmân-ı Fârisî (r.a)
—” Tevekkülü çok güzel bir şey olarak buldum ve onun çok faydasını gördüm. Sana tevekkülü tavsiye ederim. Tevekkül çok güzel bir şeydir” buyurdu.
—” Dünyada iman sahibinin hali hastanın hali gibidir. Doktoru da yanındadır. Bu doktoru onun hastalığını da bilir ilacını da. Hasta zararlı bir şey istediği zaman doktoru ona sakın ha ona yaklaşma, onu alır yer, helak olur, ölürsün, der. Hastalığından kurtuluncaya kadar bu böyle devam eder. İman sahibi de böyledir. Pek çok şey ister. Fakat kendisine neyin zararlı olduğunu bilmez. Allâhü Teâlâ Hazretleri onu zararlı şeylerden uzaklaştırmaya çalışır. Sonunda iman sahibi ölür cennete gider.”
—” Allâhü Teâlâ Hazretlerine gizli gizli asi oldun ve günah işledinse gizli gizli ibadet et sevap işle. Şayet açıkça asi oldun günah işledinse açık açık itaat et ve sevap işle. Bunlar birbirlerini silerler.”
—” Üç kimse beni şaşırttı.
1- Dünya için ümitlerle dolu olan insan. Halbuki ölüm onun peşinde.
2- Gaflet içinde gezen kimse. Halbuki onu hiç unutmayan biri var.
3- Kahkahalarla gülen kimse. Alemlerin rabbı Allah ona dargın mı yoksa ondan razı mı olduğunu hiç düşünmez.”
Selmân-ı Fârisî (r.a) Hazretleri çokça yiyecek almıştı. Kendisine:
—” Ey Allah’ın kulu, sen Resûlüllahın eshabından olasın da, böyle şey yapasın, dediler. Şöyle cevap verdi:
—” Bunu böyle yapmam bir endişeden ve vesveseden değildir. Nefis gücünü aldığı ve rabbının ibadetine daldığı zaman şeytan ondan ümidini keser.
Atıyye bin Amir anlatıyor:
—” Selmân-ı Fârisî (r.a) Hazretlerini gördüm. Bir yemek için kendi-sine ısrar ediliyordu. O da şöyle diyordu:
—” Bu kadarı yeter. Resûlüllah Efendimizden duydum. Dünyada iken çokça karınlarını doyuranlar kıyamet günü en çok aç kalanlardır. Ey Selman dünya müminin zindanı, kafirin de cennetidir.
Selmân-ı Fârisî (r.a) Hazretleri vefatına yakın ağlıyordu. Kendisine sordular:
—” Neden ağlıyorsun”. Şöyle cevap verdi:
—” Vallahi ölümden korkuma ağlamıyorum. Ne varki Resûlüllah Efendimiz “Sizden her birinizin dünyalığı bir yolcunun azığı kadar olsun” buyurdu. Şu etrafımdaki yastıklara bakın”. Etrafında bir çamaşır leğeni, büyükçe bir çanak, abdest için bir su kabı ve bir de yastık vardı. Bize bir tavsiyede bulun dediler. Şu tavsiyede bulundu:
—” Bir derdin olduğu zaman Cenâb-ı Hakk’ı zikret, bir hüküm vere-ceğin zaman rabbını hatırla, bir bölme yapacağın, pay dağıtacağın zaman rabbını aklına getir”.
Selmân-ı Fârisî (r.a) Hazretleri vefat ettikten sonra, geride kalan eş-yaları satıldı. Hepsi 24 dirhem ( yaklaşık 70 gram) gümüş para etti.
Bir gün Selmân-ı Fârisî (r.a) Hazretlerine bize bir tavsiyede bulun dediler. Şu tavsiyeyi yaptı:
—” Öleceğin zaman şu hallerin biri içinde öl: Ya hac yolunda, ya Allah yolunda cihadda, veya bir mescidin tamiri anında. Gücün yeterse bunları yap. Sakın şu iki halin biri içinde iken ölmeyesin:
—” Tüccar ve vergici”.
RESÜLÜLLAH İLE ÜLFETİ
Altun Silsile’nin ikinci halkası olan Selmân-ı Fârisî (r.a) Hazretleri Rasûlüllah (s.a.v.) Hazretlerinin çok yakını idi.
Hazret-i Aişe (r.a.):
— Selmân bize bile galebe edip geceleri Resûlüllah ile gizli gizli sohbet eder ve bizden ziyâde ülfet ederdi, dedi.
Hendek gazasında, harp cephesi boyunca hendek kazma fikrini o ortaya atmış ve Sevgili Peygamberimiz tarafından kabul edilmiştir. Zamanımızın çelik ve beton müdafaa hatlarına eşit olan bu tedbir, o zamanın en ileri fennî ve askerî buluşlarındandır. Hendek kazımında çalışması da çok meşhurdur.
Hazret-i Ömer’in (r.a.) hilâfet yıllarında Medayin’e vali tayin edilmişti. 250 (bir rivayete göre de 350) yaşlarında iken Hazret-i Osman’ın (r.a.) hilâfetleri sırasında irtihâl’i dâr’ı bekâ eylediler. (Radıyallahü anh)