Bir müslüman olma hikayesi – Yusuf İslâm
En güzel eş, en pahalı ev, araba, şöhret, mal, mülk ve parayla tatmin olunamayacağının tüm dünyada en bariz örneğidir. Cat Stevens (Stephen Demetre Georgiou)
Din, maneviyat insanın hayatında en önemli boşluğu doldurur. Mehmet Yılmaz’ın derlemesiyle Mevlâna Celâleddini Rumî’nin ışığında şimdi bir parça durup düşünelim.
Sanat, bilim, din, felsefe üzerine binlerce sayfa yazabilir. Saatlerce konuşulabilir. Ama bütün bunlar neye yarar? Bilmek ve anlamak bir insanı daha “iyi” yapabilir mi?
“İlmine talip olduğumuz âlimlerin ahlâkına da talip olmalıyız. En azından benim hissiyatım buydu. Düzenli olarak Mesnevî okumaya ama bu arada hayatıma da biraz çeki-düzen vermeye başladım. […] Bizim dünyamızda omlet yapma bilgisi bilinir, Güzel bir kadına(erkeğe) karşı aşk hissedilir ve ALLAH’a inanılır. İyi insan olunur, kötü insan olunur. Bilmek, Aşık olmak, İman etmek ve Olmak 4 ayrı fiildir. Oysa anladığım kadarıyla İslâm’da Bilgi, Aşk ve İman mertebelerinde ilerledikçe aynı körfeze açılan 3 ırmağın birbirine yaklaşmasına benzer bir durum çıkıyor ortaya. Siz inandıkça bildiklerinizi hissetmeye, hissettiklerinizi bilmeye, iman ettiklerinizi anlamaya başlıyorsunuz. Bilgi, Aşk ve İman karışarak AYNI-TEK(?) bir şeye dönüşüyor: OLMAK. Samimi bir gayret ile ALLAH’ın emrettiği gibi OLmaya çalıştıkça bazı bilgiler size doğru geliyor. Yani hiç bir kitap okumadan bazı şeyleri bilmeye başlıyorsunuz.”
Biz yaşayabilsek bi hakkın islâmı çevremizdeki gayri müslimi de örnek oluruz. Kim bilir nasibi varsa belki de vesile de olabiliriz.
Kıbrıslı Rum bir baba ve İsveçli bir annenin üçüncü çocğuğu olarak dünyaya gelmiştir. Anne ve babası çocukken boşanmıştır. Annesiyle İsveç’e yerleşmiştir. 16 yaşında okulu bırakarak müzik kariyerine başlamıştır. İlk albüm ve müzik parçasını 18 yaşında çıkarmış bu dönemde Cat Stevens adını almıştır.
Sanatın her dalıyla ilgilenen sanatçı, aynı zamanda hem ressam hemde şair. Gençlik yıllarında sigara ve içki müptelâsı olan Cat Stevens 20 yaşında tüberküloza yakalanıp yatağa düşüyor. Bu durum yaşamını yeniden gözden geçirmesini ve hayatını sorgulamasına vesile oluyor. Yeniden arayış sürecinde Antik Yunan Felsefesi ve Budizmle ilgileniyor. Ardından İslâmı araştırmaya, öğrenmeye başlıyor.
1976 yılında bir kaza sonrası boğulmak üzere olan ve Tanrı’ya yakaran Cat Stevens, yıllar sonra VH1 kanalında o anda şunları aklından geçirdiğini söyler: “Oh God! If you save me I will work for you,” (Tanrım, eğer beni kurtarırsan senin için çalışacağım).
Bu hadiseden sonra hayatında önemli değişiklikler olduğunu söylüyor. Ancak en önemli hadisenin 1975 yılında gerçekleştiğini söylüyor. Erkek kardeşi David, Kudüs ziyareti sonrası kendisine Kurânı Kerîm veriyor. Cat Stevens Kurânı Kerimi açıp “Fatiha” sûresini okuyor. Kurânı Kerîmin ve Fatiha suresinin verdiği evrensel mesaja hayran kalıyor. Kurânı Kerîmi okudukça içinin huzurla dolduğunu belirtiyor. 2 yıl boyunca Kurânı Kerimi okuyan Cat Stevens 1977 kışında Londra’da açılan bir camiye giderek müslüman oluyor, Yusuf İslâm adını alıyor ve hayatına sıfırdan başlayarak kendisine çeki düzen veriyor.
Bizim gibi islâmı ana-babadan, dededen alıpta yan gelip yatanlardan değil Yusuf İslâm. Her konuşmasında müslümanın uyanık olması gerektiğini, çok okuması, araştırması gerektiğini söylüyor. En çok vurgu yaptığı şey:
Bir kişiyi İslâm ile müşerref kılacak, hidayete erdirecek olan yalnızca Allah celle celelühüdür. Bunun için İslâmı anlatmak en önemli vazifedir. İslâmı yaymanın en güzel yollarından biri arkadaşlıktır. Sadece müslüman olmak sizi cezadan kurtarmaz. Yakınlarınızdan biri İslâmı yaşamıyorsa önce bu yakınlarınıza gitmelisiniz.
Yusuf İslam, müslüman olduktan sonra iş yaşamından ev hayatına, arkadaşlarına kadar hayatını tamamen değiştiriyor. Konuşmaları, sorulara verdiği yanıtlar kuru kuruya müslüman olmadığını açık olarak gösteriyor. Bir röportajında: “En büyük özleminin Kurânı Kerimi indirildiği dil arapça manasıyla anlamak” olduğunu söyleyen sanatçı müslüman olduktan sonra arapça öğrenmek için çok büyük bir çaba sarf etmiş gösterdiği azim ve gayretle arapçayı öğrenmiş.
Cat Stevens’dan Yusuf İslâm’a uzanan müslüman olma hikayesi
Hepimiz için ibretler barındıran hayat hikayesini dikkatle okumanızı tavsiye ediyorum:
Cat Stevens’i Yusuf İslam olmaya götürecek yolda sayısız engel vardı. O, pop şarkıcılığının zirvesine çıkmış, adı Avrupa ve Amerika’da ün kazanmıştı. Maddî varlığı, serveti, şöhreti ve hele de günümüzde, neredeyse dinin yerini alan çılgın bir müzik furyasının sivrilttiği şahsiyetiyle Cat Setevens, nasıl İslam’a geldi. imanı seçti?
Üstelik o, İslam’a karşı peşin hükümlerin ve hatta düşmanlıkların en kesif yaşandığı İngiltere’nin başkenti Londra’daydı ve bir İngiliz vatandaşıydı. Ama, Kurân mucizesi onu o şartlar altında ve orada da kurtarabilirdi. Çünkü Cat Stevens; bütün maddî refahına rağmen mutlu olamıyor ve bir şeylerin eksildiğini gönlünün derinliklerinde duyuyordu.
1976 yılında bir kaza sonrası boğulmak üzere olan Cat Stevens, kendisini kurtarması için Allah’a yalvarmış ve yıllar sonra VH1 kanalında o anı şöyle anlatmıştır:
«Bir anda kendimi tuttum ve “Oh, Allah’ım, eğer beni kurtarırsan senin için çalışacağım, dedim”.»
Bu ölüme yakın deneyim, onun rûh halini değiştirdi. Kardeşi David, Kudüs’te bir camide görüp ve içimi rahatlattı diyerek aldığı Kurân-ı Kerîm’i Cat Stevens’e hediye etti ve Stevens’in İslamiyet’e geçişi başlamış oldu. 1977 yılında Müslüman olarak Yusuf İslam adını aldı.
Cat Stevens, şöhretinin zirvesinde bulunduğu yıllarda hastalanmış ve hastahanede yatmak zorunda kalmıştı. Oradaki düşünceleri çok değişmiş, çıktıktan sonra, insan île Allah ilişkisini anlatmaya çalışan şarkılar yazmıştı. İşte, tam bu sırada, daha önce Müslüman olan ağabeyi Davut imdadına yetişti. Olayı kendisi şöyle anlatıyor:
“1975’de ağabeyim, Kudüs şehrini ziyarete gitmişti. Ziyaret programında Mescid-i Aksa’da bulunuyordu. Camiye girer girmez içinde barışçı, doyurucu garip hisler belirince, bana hakkında hiçbir şey bilmediğimiz bu dinden, yani İslam’dan bahseden bir kart atmıştı. Londra’ya döndüğünde, bana Kurân’ın aslıyla İngilizce tercümesini ihtiva eden bir kitap hediye etti. Talihliydim ve Allah hayatımı aydınlatmak istemişti. Ağabeyimin okumam için hediye ettiği Kurân’ı okudum ve aradığınım bu din olduğunu anladım. Allah’ın bana, beni hak yola irşad etmek için gönderdiği bir hidayetti bu. Müslüman olmaya karar verdim. Allah’a şükrediyorum.”
“Kurân’la karşılaşıncaya kadar, hayatın gayesi, bir sırdı benim için. Hayatı ve her şeyi düzenleyen bir Hakîm’in varlığına inanıyordum; peki ama kimdi bu görünmeyen sanatkâr?”
“Pek çok manevî-ruhî yollardan geçmiştim. Ne yazık ki hiçbiri, beni doyuramamıştı. Yönü olmayan bir kayık gibiydim. Fakat Kurân’ı okuduğum zaman, beni öyle bir hal bürüdü ki, sanki o benim için var edilmişti, ben de onun için yaratılmıştım.”
İhmâl ettiğimiz yüce Kurânı Kerîm’in Hikmeti
“Bir buçuk yıldan fazla bir süre durmadan Kurân okudum ve bu süre içinde hiçbir Müslüman’la karşılaşmadım. Kurân’ın mesajı içinde kendimi yitirmiştim. İki tercih vardı önümde: Ya kendimi tümüyle teslim edecektim, ya da kendi müzik yolumda yürüyüp gidecektim…”
Ama müzik yolunu değil, Kurân’a teslim olma yolunu seçti. Çünkü, daha ilk sayfalarda Kurân, onu teslim almıştı. Şöyle anlatıyor:
“Fatiha Süresini okuduktan sonra, verdiği mesajın cihanşümul (evrensel) olduğunu anlamaya başladım. Şimdiye kadar gördüğüm kitapların hiçbirine benzemiyordu. Bütün kelimeler, garip bir şekilde yakındı bana sanki. İçimi bir yakınlık ve erime duygusu kapladı. Okyanusunu bulmuş bir ırmak gibiydim.”
“Kurân, her şeyin üzerinde dosdoğru ve apaçık olup herkesin anlayabileceği kadar sadedir. Muhakkak ki, Allah tarafından gönderilmiştir ve hiçbir fani tarafından da taklit edilemeyecektir. Çünkü, olduğu gibi gerçektir. Makul bir dünyada İslam da sadakat kabul görecektir. Fakat insanlığın hepsi makul değil ki. Her birimiz, aklımızın yettiği kadar ve pek de mükemmel olmayan yollarda, en iyi bildiğimiz gibi gitmekteyiz.”
“Eğer inancımız olsaydı, birçok hatalı ve yanlış basamakları atlayacaktık. Kötülüğün en esaslı kökü, bencillik ve gururdur. Bu hisler, insanı aynen şeytan gibi düşmanlık ve ayrılıklara veya garip doktrinler ile sapık yollara istek duymaya meylettirir.”
“Kainatın büyüklüğü Ve yüceliği sizi hayrette bırakmıyor mu? Perde arkasındaki o ilahî gücü görüp, kendinizi ona Verdiğinizde büyük bir huzura kavuşacaksınız.”
“Kardeşlerim, her şeyi hakkıyla bilen ve kendini tanıması için bizi yaratan Allah’tan başkasına tapmayınız. O ki rahmet ve adaletiyle, ölüm ve hayatla, yerleri ve gökleri kontrol eder.”
“Dünyanın geçici güzelliğine aldanmayalım. Çünkü dünya, yalnız gelecek günlere hazırlanma yeridir. Bütün peygamberler gerçeğin öğreticisidir. (Salat ve selam onların üzerine olsun) Mukaddes Kitap Kurân. Allah’tan korkan, inanan, ibadetini yapan ve sadaka verenler için, mutlak bir Kitap’tır. Allah’ın selamı üzerine olsun. O Peygamber’e Kur an 1400 yıl önce vahyedilmiş ve ondan önceki her peygamber bu Kitap’ta tasdik edilmiştir.”
“Son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.), cahillik ve kara günler içinde bulunan. Hz. İbrahim’in getirdiği dinin kaybolmaya başladığı ve parçalara ayrıldığı Mekke’de dünyaya geldi. İnsanlığa rahmet ve şefaat için gönderildi. O bütün zamanların en mükemmel insanıdır.”
“Kainat, bir harmoni içinde yaratılmıştır. Sırları ve güzelliği sonsuzdur. Gözlerimizle gördüğümüz, kulaklarımızla işittiğimiz, sadece bu kainatın bir küçük parçasıdır. Geride kalanları pek işitemiyoruz.”
“İnsanoğlu gerçeği bilmek için yaratıldı ve İslam insanlık için gerçek bir kılavuz oldu. Kurân bizi karanlık ve batıl inanışların içinden alıp, kainat içindeki yerimizi göstererek aydınlığa çıkarmıştır. Gerçek ışığı arayanlar için Kurân yeterlidir ve onu doğru yola iletir. İnsanlık büyük bir ailedir, fakat aşmamız gereken birçok engeller vardır. Nefsimizin baskısından kurtulup, yaratılışımızın gerçek gayesini anlayabilmek, en büyük hedefimiz olmalıdır.”
Yusuf’un Teslim Oluşu
Ona göre islâm bir teslim oluş. “Yusuf’un Teslim Oluşu” adıyla yazdığı kitabında dolu ve ince duygulu bir müzik adamının gönlü çağıldıyor. Şöyle başlıyor kitabına:
“Pek çok arkadaşım neden Müslüman olduğumu merak ediyor, ‘İslam nedir?’ diyorlar. Evet, hikayeme İslam’ın bugün sanılan anlamıyla basit bir din olmadığını anlatmakla söze başlamam gerekir.
Yusuf İslâm’a göre İslâm Nedir?
O, hayatın ve tabiatın her cephesine hükmeden İlahi bir kanundur. O, teslim olmak demektir. Bütün kainat bir muhabbet ve teslim olmak demektir. Bütün kainat bir muhabbet ve teslimiyetten ibarettir. Ve hiçbir şey kendi kaderinden kaçamaz. Bir defa bu muhteşem planın varlığını sezip kabul ettikten sonra, bütün yolların yalnız bir gerçeğe ulaştığı noktaya gelmiş olursunuz. Artık kendinizle kavgayı bırakmış ve huzura gark olmuşsunuzdur; Allah’a tatlı bir teslimiyetin içine girmişsinizdir.”
İşte bu tatlı huzuru bulan Yusuf İslam, şöhretinin zirvesindeyken müziği bıraktı. Bütün müzik aletlerini sattı. Plaklarının da gelirini ekleyerek, bütün mal varlığım İslam’a adadı. Hedefi, önce Londra’da bir mescit yaptırmaktı. Sonra da, Müslüman çocuklarının eğitileceği okullar yaptırmak istiyordu. İlk olarak, Yusuf İslam’ın başkanlık ettiği bir teşkilat (İslamic Circle Organisation), Londra’nın banliyölerinden Brent’te Müslüman çocukları için özel bir anaokulunu faaliyete geçirdi.
İngiltere’de şu sıralarda İslâmî öğretim yapan özel okullar açılmış bulunuyor. Hükümet, Katolik ve Yahudi cemaatlerinin kurduğu okulları resmen tanıdığı halde, Müslümanların ısrarla taleplerine rağmen, İslâmî okulları tanımaya yanaşmıyordu. Yusuf İslam ve arkadaşlarının çalışmaları bu açıdan büyük önem taşıyor. Şu ana kadar yürütülen temaslar sonucu Anglikan Kilisesi, Katolik Kilisesi ile Yahudi Cemaatinin desteklerini sağlayan grup, öteki cemaatlere verilen hakkın kendilerine de tanınması için Eğitim Bakanlığı’nı ikna edeceğe benziyor.
Kendisiyle yapılan bir konuşmada Yusuf İslam: “İngiltere’deki mevcut eğitim sisteminin İslâmî bir şuur kazanmak isteğinin gerçekleşmesine imkan vermediğini, bu sebeple. İngiltere’de yaşayan Müslümanların resmen tanınmış cemaat okulları kurmalarının siyasî hakları olduğunu” söyledi. Yusuf İslam, “öğretmen ve yöneticilerinin İslam’a sıkıca bağlı olduğu ve ders programı île ders dışı çalışmalarda İslâmî esasların dikkate alındığı bir eğitim sistemini oluşturmak. biz Müslümanların ilk görevidir.” diye ekledi.
Kendisinin başında bulunduğu teşkilatça kurulan okul, mütevazı imkanlarla çalışmaya başladı. 250.000 sterlin sermaye ile kurulan okulda yaşları üç ila beş arasında 17 öğrenci bulunuyor. İlk merhalede bir anaokulu hüviyetinde çalışan bu eğitim kurumuna kabullerini bekleyen yaklaşık 120 aday öğrenci var…
Tecrübeli eğitimciler tarafından çerçevesi çizilen ders programında, Kurân, Arapça, İngilizce, İslam esasları, İslam tarihi, çeşitli sosyal bilimler. Matematik, sanat ve beden eğitimi dersleri bulunuyor.
Yeterli malî kaynaklara sahip olmadığından kabarık aday listesini okula kabul imkanı bulamadığını bildiren Yusuf İslam, en azından 100 öğrenciyi barındıracak daha geniş bir yer arıyor. Gerekli izini alır almaz okulu tam teşekküllü bir ilk ve ortaokul haline dönüştüreceğini de bildiriyor. Böyle bir izin verilmesi, aynı zamanda İngiliz Hükümetinden malî yardım almalarına da kapı açmış olacak.
Yusuf İslam’ın Müslümanlığı, bilhassa İngiltere’de geniş yankılar yaptı. Onun faaliyetleri ve çalışmaları, İngiliz gençliği üzerinde büyük ilgi uyandırıyor. Bu ilgiyi değerlendiren İngiliz BBC Radyosu, onu 1984’ün ilk günlerinde konuşturdu. Yusuf İslam, kendisine ayrılan radyo programına Kurân okuyarak başladı. Sonra da, bu ayetlerin İngilizce açıklamasını yaptı. Radyo yetkilileri, programın dinleyiciler tarafından büyük ilgi gördüğünü belirttiler.
Yusuf İslam, eski hayranlarına, her fırsatta şöyle sesleniyor: “…Duygularımı sizinle paylaşma fırsatı verdiğiniz için çok teşekkür ederim ve dilerim Allah’tan siz de doğru yola gelesiniz. Müzik, kalplerimizi bir araya getirmişti ve yıllarca ümitlerimizin dili oldu. Yine bir parçası olarak kalacak insanın, nasıl ölüm hayatın bir parçasıyla, nasıl ölümden sonra bir hayat varsa; tıpkı onun gibi, müziğin ötesinde de bir dünya vardır.”
Yusuf İslam ile yapılan röportajlardan bir seçim yaparak onu daha yakından tanımak ve düşündüklerini anlamak mümkündür. Şimdi kısaca bakalım sorulara ve cevaplara:
“Çocukluğunuzda dinî duygularınız nasıldı?”
“Annem, İsveçli bir Babtist, babam Kıbrıslı bir Rum Ortodoks’tu. Evde az veya çok az bir Hıristiyanlık havası vardı. Londra’nın merkezinde eve en yakın bir Roma Katoliklerinin okuluna gönderildim. Orada Allah’a inanmamızı öğrettiler. Ama, Allah’a giden tek yolun İsa aracılığıyla olduğunu söylediler. Allah île direkt bir ilişkimiz yoktu. Bu inancı kabul etmiştim. Çünkü ana-babamın inancı böyleydi. Onların benden daha iyi bildiklerini farz ederdim. 11 yaşında iken karışık dinlerden öğrencilerin bulunduğu bir okula gittiğimde az veya çok kiliseden ayrılmıştım. Ama, İsa’nın üzerimdeki etkisi, Teslis’in ne manaya geldiğini düşünmeden devam ediyordu.”
“İslam’la şereflenmeden önce yine dindar mıydınız? Değildiyseniz, önceki inancınızı niçin değiştirdiniz? Sizi İslam’a çeken özellik neydi?”
“Dış dünya benim için çok çekici idi. Çok eğlenceli ve heyecanlıydı. Müziğe başladığım sırada, dini daha ciddiye almam gerektiğine dair duygularım olmasına rağmen, sözde bir Hıristiyan haline geldim. Kilisenin akılcı yönü, pazar günleri günah işleyenlerin affedilmesi bana iki yüzlülük gibi geldi. Bu düşünce kiliseden ayrılmama sebep oldu.
15-16 yaşlarımda şarkı yazmaya başladım. 19’una ayak bastığımda ilk büyük başarımı almıştım. Aşırı derecede içki ve sigara içiyordum. 20 yaşımda da tüberküloz yüzünden hasta düşmüştüm. Hastalık, sanatımda bir duraklama göstermişti. Hayatımı yeniden gözden geçirmem gerekti.
Doğunun dinî felsefeleri île ilgilenmeye başladım. Hippilik dönemimde bu bende tutkulaştı. Budizm hakkında kitaplar okumaya başladım. Budizm’i, katı ve dogmatik kilise öğretilerinden çok çok doyurucu buldum. Budistler gibi kendimi bu dünyadan koparmak için et yemez oldum. Yoga yapmaya, tefekküre dalmaya başladım. Bu, Hıristiyan din anlayışına karşı hoşlandığım ilginç bir alternatifti. Ancak pratiği göçtü.
Aslında inceleme merakı da sarmıştı beni. Ailemin Rum (Yunan) kökenine doğru gittim. Pisagoras’ı ve her şeyin matematik formülle sonuçlanabileceği ve kainatın matematik kaideler altında işleyebileceği teorisini öğrendim. Bunun da pratiği hala mümkün değildi. Bana nasıl yaşanabileceğini söyleyemiyordu. Sonunda elime Kur-‘an verilene kadar bana hiçbir dinin yardımcı olamayacağını sandım. İslam hakkında az bir şeyler biliyordum. İslam’ı, millî, yabancı bir kültür olarak değerlendiriyordum. Yani dinden çok, bir inanç olarak değil de, bu asra ait olmayan bir medeniyet olarak düşünüyordum. Tabii ki bu düşüncem, kitaplarda yazılan İslam ile şekillenmişti.
Kurân-ı Kerîmi okuduğumda, yalnız bir Allah’ın ve dinin de yalnız bir din olduğunu fark ettim. Yine Kurân’ın insanlara rehberlikte, hidayette ve imanda en son olduğunu anladım. Kurân’ı okuyuşumdan bir yıl sonra, Kurân’ın gösterdiği şekilde yaşamaya çalıştım.
İslam, insanoğlunu sınıflara ayırmıyor. Tevhidi, nereye giderseniz gidin, her konuda aynı kaideleri göreceğiniz kainatın gayesi olarak gördüm.
İslam’ı her çağa uygulanabilecek buldum. Bu arada bir başka şey daha var. Kurân-ı Kerim kendisi bir mucizedir. İslam’ın önemi, insan ve ruhu ile direkt olarak konuşmasıdır.
Kurân-ı Kerîmi okuduğumda, İslam’ın belli bir devir dini olmayıp, her çağda ve mekanda uygulanabilir bir din olduğunu, diğer dinler gibi yetersiz olmadığını gördüm. Kurân-ı Kerîm, değişik seviyedeki insanları muhatap alarak, ruhlarına gerçeği anlatan tek kitaptır. Bu sırrı keşfettiğimde kendi kişiliğimi bulduğumu anladım.
Birgün, birine rastladım. Londra’da yeni bir cami açıldığını söyledi bana. Dinimi kabul etme zamanı gelmişti. 1977 kışında bir Cuma günü camiye gitmek üzere evden ayrıldım. Cuma namazından sonra imama varıp Müslüman olmak istediğimi söyledim. Müslümanlarla ilk temasım böyle oldu.”
“Yapa geldiğiniz şeyleri aniden bırakmak ne kadar zor olmuştur değil mi?”
“Zor olmadı; çünkü, içki. sigara ve faiz gibi aslında beni tüketmekte, olan kötülükleri bırakmam gerektiğine içten inanıyordum. Ama, yine de eski arkadaşlarımdan kopmam zordu. ‘Neden İslam’ın mesajını kavrayamıyorlar’ diyordum, kendi kendime… îlişkilerimi kesmeden inancıma bağlı kalmaya çalıştım. Fakat en nihayet bir noktaya geldim ki, dinim için geçmişimle İslam arasına bir çizgi çekmem gerektiğine karar verdim. Bu arada pek çok denemelerden geçtim. Sözgelimi, Müslüman olmayan arkadaşlarımın arasında bulunurken, ‘özür dilerim’ diyor ve sessizce namaz kılmaya gidiyordum. Nereye gittiğimi söylemiyordum onlara; bunun biraz tuhaf kaçacağını düşünüyordum. Sonra, birgün namaz kılmak için ayrıldığımın bilinmesi gerektiğine karar verdim. Hiç kimse karşı çıkmadı, hem de saygıyla karşıladılar. Siz ayağa kalktığınız ve görevinizi yaptığınız zaman, Allah sizin için kolaylaştıracaktır bunu; daha sonra da fazla bir meselem olmadı.”
“Bir yönde siz. Batı toplumu ve kültüründen çıkıp geldiniz. Şimdi, Batı hakkındaki değerlendirmeniz nedir?”
“Batı kültürü makine ve teknolojiye dayanır, insanlar makineden daha değersizleşiyorlar. Mesela, şu insanoğlu hiçbir yerde bir planda yok. Esas olarak Batı kültürü boş bir kültürdür. Acımasız ve gerçek bir öz varlığı yok. İnsanın gayesi, makine için yaşamak değil, Allah’a kulluk ve onun hükümlerini yeryüzünde uygulamaktır.”
“Müslüman olduktan sonra akrabalarınızla ilişkileriniz nasıl oldu?”
“Müslüman olarak akrabalık (sıla-ı rahim) bağını koparmadım. İslâmî sınırlar içinde ilişkilerimi sürdürdüm. Onları İslam’a davet ettim. Hepsi de Allah’ın birliğine ve Hz. Peygamber’in risaletine inanıyorlar. İçki içmiyorlar, ancak günlük yaşayışlarında, davranışlarında bütün olarak İslam’ı uygulamıyorlar. Bunun sebebi, sürüp gelen alışkanlıklar, kemikleşmiş ve donmuş Batı sosyal yapısıdır. Bilindiği gibi, insan alışkanlıklarını kolay kolay terk edemiyor. Bunun bir adım ilerisi onlar için İslam’a teslimiyettir, inşallah… Şu anda ailemizde ben ve eşim İslam’ı bütünüyle yaşamaya çalışıyoruz.” (Yusuf İslam, bir Müslüman Türk kızıyla evlidir.)
“Müziğe karşı şu andaki tavrınız nasıl?”
“Müzikle ilgili her türlü çalışmadan kaçma tavrını benimsedim. Önceki düştüğüm tuzağa düşmekten korkuyorum. Müzik zararsız bir zevk olabilir. Ama, Müslüman olarak vazifelerimizi ihmale götürebilir. Ki, bu da tehlikeli olabilir. Yani müzik, dikkatlice kullanılması gereken kuvvetli bir ilaç gibidir.”
“Bugün ve bu çağda pop dünyası. içinde Müslümanların da bulunduğu milyonlarca insanı peşinden sürüklüyor. Bu konudaki görüşünüz nedir?”
“Ne yazıktır ki, insanlar bugün bayağı arzuları için bir şeyler satın almaya itilmiş durumda. Plaklar, filmler, bantlar ve magazin yayınlarının çoğu, sadece para kazanmak için…
Pop müziği dinlemek rüya görmek gibidir; ruha geçici bir esenlik sağlar. Bu müziği dinleyenler umumiyetle ‘gerçeğe’ ulaşmak özlemi içinde olanlardır. Müzik onlara kısa süreli bir ferahlık kazandırıyor, bunu ‘modern hayat” dediğimiz bu acımasız sistemden bir çeşit kaçış olarak değerlendirebiliriz.”
“İslam’ı kabul ettiğinizde babanızın tepkisi ne oldu?”
“Babam, kısa bir süre önce, benim Müslüman olmamdan memnun olarak öldü. Hatta ölüm döşeğinde iken, o da kelime-i şehadet getirdi. Annem ise, Allah’a hamdolsun, attığım adımlardan hoşnuttur, iyi bir Müslüman olan eşimi beraber seçtik. Zaman zaman bizimle birlikte namaz kılmaktadır. Onun da yakında Müslümanlığını ilan edeceğini umuyorum.”
“Eski hayatınızı özlediğiniz oluyor mu?”
“Hiçbir zaman. Çünkü ben, Rabbimin muhabbetine kavuştuğum için mutluyum» Bir deyiş vardır: ‘Hayat, ekmek gibi güzel kokuludur, ama yemesi kokuşu kadar güzel değildir.’ Hayattaki uzun tecrübelerim sonucu vardığım nokta budur. En güzel şeyin, insanın kendi halinde ve Yaratıcısıyla ilişkisinden memnuniyeti olduğuna inanıyorum. Sözlerimin en iyi delili de bugünkü halimdir. Çağdaş medeniyetin bütün imkanlarına sahip olduğum zamanlarda içimde bir mutsuzluk, bir boşluk hissediyordum. Ama şu an, Allah’a hamdolsun, yolumu buldum. Bir insan için Allah’a yakın olarak Müslüman ve saliha bir eşle mutlu bir aile içinde yaşamaktan daha güzel bir şey olamaz.”
“İslam ülkelerini ziyaret ettiniz mi?”
“Evet, Allah’ın lütfuyla, 1979 başlarında umreye gittim, inşallah, yakında Hac farizasını da yerine getirmeyi umuyorum.”
“Şimdi hangi İslami faaliyette bulunuyorsunuz?”
“Biz (Cami Arkadaşları Cemiyeti) adı altında bir cemiyet kurduk. Gayemiz, camiyi hayatımızın ana otağı haline getirmektir.
Bugün bizler camiye geldiğimizde yere bakarak geliyoruz. Çünkü, camiye gelen çıplak ve süslü kadınların arkası kesilmiyor. Bu İslâmî olmayan şartlardan camileri kurtarmak gerekir. Cami bizim faaliyetlerimizin merkezi, bizi birleştiren bir unsur olmalıdır. Aramızdaki ihtilafları bir yana bırakarak camide birleşmeliyiz.”
“Siz İngiliz Müslümanları bu açıdan ne yapıyorsunuz?”
“Ben İngiliz değilim, bir Müslüman’ım. Her şeyimi İslam’a bağlamış bir kişiyim. Irkçılığa İslam’ın temel esprisi çerçevesinde karşıyım. Benim için önemli olan İslâmî uygulamak ve yaşatmaktır. Benim durumum ilk Müslümanların durumundan farklı değil. Onlar cahili bir toplumdan İslam’a geldiler. Bu günkü durum ise, önce Müslümanları İslam’a, sonra İslam dışı kitleleri İslam’a davet etmeyi gerektiriyor.”
“İngiltere’deki gayr-ı müslimler arasında İslam’ı yayma konusunda nasıl hareket edilmelidir sizce?”
“Hıristiyanlar gibi davranmamalı ve çok dikkatli olmalıyız. Bu, hepimiz için büyük bir sorumluluk. İslam yalnızca ağızla anlatılıp yayılamaz, önce, hareketlerinizin doğru olmasına dikkat etmelisiniz, sonra söyleyeceğiniz tek şey var: ‘Deyin, O Allah’tır ve birdir.’
Sakın ola ki, İslam’ın tümünü birden sunmaya kalkmayın. Hz. Peygamber (s.a.v.) Muaz’ı Yemen’e gönderirken, ona şöyle dedi: “Ehl-i Kitap olan bir kavme gidiyorsun. Onları önce Allah’ın birliğine (Tevhid’e) davet et. Bunu kabul edip öğrendiklerinde, Allah’ın kendilerine bir gece ve gündüzde beş vakit namazı emrettiğini söyle. Namaz kılarlarsa, Allah’ın kendilerine mallarından zekat vermelerini emrettiğini ve bunun zenginlerinden alınıp fakirlerine verildiğini anlat. Buna da razı olduklarında, zekatlarını al, ama mallarının en iyisini almaktan sakın,”
Müslüman önce ahlaklı olmalı, kibar, müşfik ve misafirperver olmalı; kendini Hz. Peygamber’in (s.a.v.) sıfatlarıyla donatmalı. İnsanlara akıl ve mantık çerçevesinde bir şeyler anlattığınızda belki dediklerinizi kabul ederler, ama yanınızdan ayrıldıklarında, sizin bir şey yaptığınızı görmedikleri için duyduklarını da unuturlar. Aişe (r.a.), ‘Peygamber yaşayan bir Kurân’dı’ diyor. Her şeyin anahtarı burada işte. Kurân’ı ele alıp sadece okumanın manası yoktur. Kurân, insanın kemale ermesi için Allah-u Teala’nın indirmiş olduğu öğretilerin bütünüdür. O halde onu basit bir ağız aracı olarak kullanamazsınız. Onu hayatınıza aktarmanız gerekir. Bu, az konuşup çok şey yapmak demektir. Şunu hiç akıldan çıkarmayın; bir kişiyi İslam’a hidayet edecek olan yalnızca Allah’tır.”
“Evet ama, bu ülkede İslam’a karşı haber-yayın organlarıyla yürütülen propaganda öylesine büyük ki, halk İslam diye bir şeyin varlığından habersiz; mevcut durum alışmış ve kanıksamış durumda.
Böyle bir ortamda insanlara nasıl ulaşabiliriz? Gerçek İslam’dan nasıl haberdar edebiliriz, onları?”
“Şurası bilinmelidir ki, son kararı veren daima insanların kendileridir; kimse gazetelerde okuduğu her şeye veya duyduğu her habere hemen inanacak kadar aptal değildir. Bununla birlikte, Müslümanların davranışlarında bir takım kötü alışkanlıkların yansıdığını görürlerse, herhalde okuduklarına inanmamazlık etmeyeceklerdir.
Bakın, tebliğ bizzat yapılır, İslam’ı yaymanın en iyi yolu arkadaşlıktır, sahabeleşmektir. Bugünkü haber yarın için eski haberdir. İnsanlar pek çok yalan ve yanlışlara maruz bırakılabilir, ama pek öyle etki altına da alınamazlar. Onları en çok etkileyen şey, temas içinde oldukları, bir arada bulundukları kişilerdir.
O halde, eğer Müslümansanız ve sözgelimi yakınlarınızdan biri İslam’ı yaşamıyorsa, bir Tom’a, dick’e ve Henry’ye gitmeden önce bu yakınınıza gitmelisiniz. Önce aileniz Müslüman olsun, güvenlik altına alınsın. Sadece sizin Müslüman olmanız sizi cezadan kurtarmaz. Pek çoğumuzun hala İslam’ın mesajını öğrenmeye ihtiyacı var.”
“Neden resminizin çekilmesini istemiyorsunuz?”
“Bunun iki sebebi var. Birincisi, resim insanın bütün şahsiyetini tam olarak aksettirmez. İnsanın kalbinde taşıdığı şeyi, insan ruhunun asıl cevherini göstermez, sadece kişinin dış görünüşünü verir. Halbuki ruh, devamlı varolan bir sırdır, ceset ise zahirî bir görünüşten ibarettir.
“İkinci, fotoğraf makinesi bana boşlukta olduğum günleri hatırlatıyor. Ben Müslüman olmadan önce şarkılar söylerdim, yerli ve yabancı pek çok fotoğrafçı, gazeteci, radyo ve televizyon temsilcileri bana gelirler, fotoğraflarımı çekerlerdi. Bu hatıralarım Müslüman olduktan sonra beni üzüyor, çünkü Allah’a hamdolsun Müslüman oldum. Onun bize kazandırdığı şeref yeter. Başka şeye ihtiyacımız yok.” Yusuf İslâm, İslam’ın şerefini kendisi için yeterli sayıyor.
Müslüman olduğu 1979 yılından bu yana, din değiştiren İngilizlerin sembolü haline gelen ve İslam dininin yayılması amacıyla çeşitli faaliyetlerde aktif rol oynayan Yusuf İslam, İngiltere’de açtığı Kurân Kursuyla bu alandaki çalışmalarında önemli bir adım daha atmış oldu.
Vaktinin büyük bir bölümünü Kurân öğretmek ve İslam dininin yayılması için kullanan Yusuf İslam, kurslara gelen öğrencileriyle teker teker ilgileniyor.
Yusuf İslam, Kurân Kurslarının sayısını yakın bir gelecekte çoğaltmayı düşünüyor.
Son yıllarda birçok Avrupa ülkesinde olduğu gibi, İngiltere’de de büyük ilgi gören İslam dininin yaygınlaşması çabalarına büyük katkıda bulunan Yusuf İslam, Kurân Kurslarının yanı sıra hazırladığı video kasetleri ve din kitaplarıyla Avrupa toplumundaki İslam uyanışında gönüllü olarak hizmet ediyor.
“En büyük amacının İngilizler de dahil olmak üzere, çeşitli milletlere mensup Müslümanları biraraya getirmek olduğunu hürriyet muhabirine söyleyen Yusuf İslam, İngiliz kanunları çerçevesinde açtığı Kurân Kurslarının sayısını yakın bir gelecekte çoğaltmayı düşünüyor.
“Duygulu ve sıcak sesiyle milyonların hayranlığını kazanan ünlü şarkıcı, bundan böyle şarkılarında eskiden olduğu gibi, sevgililerine değil. İslam’a gönül verenlere ve vereceklere seslenecek…”
Yusuf İslam bu seslenişini son olarak bir kasetle yaptı, ilahilerle süslü bu eser. İngilizce konuşanlara Peygamber efendimiz sav.’in hayatını sanatkarane biçimde anlatıyor.
Yusuf İslam, bütün İslam dünyası ile de ilgileniyor. Bosna-Hersek’e tırlar dolusu insanî yardım malzemesi ile ulaşıyor, Filistinli, hatta Filipinli Müslümanlarla ilgileniyor. Kısacası, hayatını İslam’a hizmet etmeye vakfetmiş ihlaslı bir Müslüman olarak hepimize örnek oluyor.
İslâm ve Müslüman
Çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede müslüman bir anne-babadan dünyaya gelmenin kadrini kıymetini yeteri kadar bilmiyoruz. Ecdâdımız bunun kıymetini bildiği için atlarını kıtalardan kıtalara sürdüler. Onca fetih bunca zafer mücerret toprak parçası için olsaydı şimdi ne ismi kalırdı ne de eseri. Dünyada Yusuf İslâm gibi müslüman olan binlerce insan var. Ancak biz hikayesini bilmiyoruz. Siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?